19 Mart günü Türkiye siyaseti için bir dönüm noktasıydı. İmamoğlu’nun tutukluluğu iktidarın uzun yıllardır Kürt illerinde sürdürdüğü kayyım politikasının, ülkenin kalbine ve ana muhalefete sıçraması hedefini taşımaktaydı. Ancak 19 Mart yüksek siyaset için olduğu kadar, sokak hareketi ve özellikle de gençlik hareketi için de bir dönüm noktası oldu. Beyazıt’tan akan gençliğin iradesi ile iktidarın planları günler boyu Saraçhane Meydanı’ndan Cevahir AVM önüne, oradan da ODTÜ’ye ülke genelinde çarpıştı.
Devletin tüm şiddet aygıtını seferber etmesine karşılık gençlik gerçekten de kuvvetli ve kararlı bir tutum ortaya koydu. Yüzlerce gözaltı, şafak operasyonu, işkence, tutuklama karşısında uzun bir süre geri adım atılmadı. Fakat yine de 19 Mart sürecinin net bir kazanımla tamamlandığını söyleyemiyoruz. Doğru, İstanbul’a kayyım atanamadı ve bunun belki de tüm kredisini gençliğe vermemiz gerek. Fakat İmamoğlu tutuklandı ve belediyelere operasyonlar ülkenin çeşitli yerlerinde devam etti.
Üstelik 19 Mart ile başlayan süreçte sağlanan coşku ve azim, sonraki hiçbir gündemde tekrarlanamadı. Sokaklar ve meydanlar benzer kalabalıklara sahne olmadı.
Yani aslında bugünden -CHP İstanbul İl Örgütü’ne kayyım atanması kararından hemen sonra- dönüp baktığımızda, iktidar CHP’yi ve beraberinde Türkiye’de kör topal ilerler gibi gözüken ismi var cismi yok burjuva demokrasisini tümüyle tasfiye operasyonunu, gençliğin azmi ve iradesi dolayısıyla biraz yavaşlatmış gibi gözüküyor. Coşku ve iradenin sönümlendiğinin hissedildiği her an ise tekrar bir saldırı gerçekleştiriyor.
19 Mart sürecinde devlet ve gençliğin önderlik ettiği halk güçleri arasında yaşanan çarpışma net bir sonuca varamamış gibi gözükse de inisiyatifin her an devletin lehine kaydığını, devletin gerektiğinde süreci yavaşlatıp gerektiğinde hamle yaptığını görebiliyoruz. Karşısındaki muhalif güçler ise net bir taktik veya strateji belirleyemeden, gelen saldırılara karşı anlık savunma refleksleri geliştirmeye çalışmaktan öteye geçemez bir görüntü çiziyor. 8 Eylül’de CHP İl Başkanlığı önünde yaşanan süreç de aslında bu durumun çok net bir örneği idi.
Ve yine bugünden baktığımızda, 8 Eylül yeni bir dönüm noktası olma ihtimali taşıyor. Ancak bu sefer hareketin sönümlenmesi yolunda bir dönüm noktası. Bunun faturasını ilk bakışta CHP’ye kesmek makul gözükse de bağımsız güç odakları oluşmamasının sorumlusu CHP değil.
Stratejisizlik Görüntüsü
Aslında muhalif güçlere dair vurguladığımız taktik ve stratejisizlik görüntüsü tam olarak gerçeği yansıtmayan, bir miktar yanıltıcı bir görüntü. Saldırının odağı olması ve temsil ettiği halk kitleleri nedeniyle muhalefetin liderliğini sürdüren CHP’nin bir stratejisi var. Bu strateji halk güçlerinin olabildiğince kontrollü mobilize edildiği, mümkün olduğunca CHP’nin peşine hizalandığı bir kitle hareketliliğini sürdürmek ve CHP’nin de bu hareketliliği seçime yöneltmesi ve yüksek siyasetin kapalı odalarında pazarlık gücü olarak kullanması olarak özetlenebilir. Yani aslında CHP’nin bir stratejisi yok diyemeyiz, ama bu öyle bir strateji ki sonucunda hiçbir net taktik geliştirilemiyor, sonuna kadar savunmada kalınıyor ve halk güçleri devletin kum torbası olarak kullanılıp atılıyor. Üstelik sokakta biber gazı yiyen, tutuklanan, dayak yiyen gençlere ise açıkça stratejinin bu olduğunun ifade edilmesi de imkânsız.
Dolayısıyla halk güçlerinin muhalefeti tümüyle plansız, bölük pörçük ve dağınık reaksiyonların tesadüfi toplamından oluşan bir nitelikte devam ediyor.
Üstelik CHP’nin uzun vade stratejisinin herhangi bir umut vadetmediği açık. Halk kum torbası olarak kullanıldıkça sokağa çıkma enerjisi gittikçe azalıyor. Bunun sadece korku ile de bir ilişkisi yok. Net bir hedefin olmadığı, her saldırıda sokağa çıkıp savuşturmaya çalışılan bir strateji, hayatını kazanmaya çalışan ve doğrudan hayatını siyasete adamayan biri için neredeyse imkânsız.
19 Mart’tan bugüne geçen sürede şu da açığa çıktı, bir kez savunulan hiçbir mevzi kalıcı değil ve tekrardan saldırı neredeyse kesin. CHP İl Başkanlığı’nı halk bugün savunabilseydi, 10 gün sonra bir saldırı daha olmayacağının hiçbir garantisi yoktu, CHP de hiçbir yol haritası sunmadı.
Polisin mesleği ve varoluş sebebi bu. Devletten bunun için para alıyor ve değil bir ay gerekirse bir yıl Bozdoğan Kemeri’ne barikat da kurar, CHP İl Başkanlığının önünde nöbet de tutar. Ama geniş halk kitleleri hayatlarını sürdürmeye çalışan insanlardan oluşuyor. Bu insanlar için eylemlerin olumsuz sonuçları değil, bir pazartesi günü CHP binasına gitmek dahi büyük bir sorun olabiliyor. Bunun artarda günlerce sürdürülmesi ise açıkça imkânsız.
CHP’nin Sınırlılıkları
CHP’nin kendisini tümüyle kaptırdığı yüksek siyaset oyunlarında tek kozu sokağa çıkmaya hazır, dayak yemeye, tutuklanmaya hazır kitleler. Ancak CHP stratejisi, aslında temel dayanağı olan sokak muhalefetini uzun süre mobilize etme becerisinden yoksun.
CHP’nin neden bu stratejide ısrarcı olduğu farklı bir tartışmanın konusu olmak ile beraber, CHP milletvekili listelerine yüzeysel bir bakış cevap olacaktır. CHP iddia ettiği gibi bir halkçı parti değil, aslında halk güçlerinin bir bileşeni bile değil doğrudan sermayenin bir aracı. Şu an İstanbul İl Başkanlığına kayyım olarak atanan Gürsel Tekin, bu partinin 2023’e kadar milletvekili ve gerçekten de eski il başkanı idi. Kayyım olarak atanacağı konuşulan Kılıçdaroğlu 2 yıl öncesine kadar zaten genel başkandı.
Onun dışında da CHP örgütleri, istisnalar mutlaka bulunmak ile beraber, siyaseti şahsi çıkarı ve hatta sermaye birikiminin bir aracı olarak gören kodamanlarla dolu. Ve hatta halkın sokakta devirdiği bir rejimin, bu insanlar tarafından tercih edilmeyeceği, tehdit olarak görüleceği de açık. Bu yüzden de halk sadece yüksek siyasette kullanılacak ama en nihayetinde kontrol altında tutulması gereken bir güç CHP kadroları için.
CHP’nin sınırlıklarına dair tespiti, CHP’nin farklı bir strateji izlemesi gerektiğine dair bir çağrı, hatta bir CHP eleştirisi olarak dahi görmemek gerekiyor. Bu çok net bir tespit ve hatta Özgür Özel CHP’si, tarihsel sınırlılıklarını dahi zorluyor gözüküyor ve buradan daha fazlasını beklemenin, neden daha fazlasının yapılmadığına yönelik eleştirilerin pek bir anlamı yok.
Ne Yapmalı
Bu durumda açığa çıkan soru ise, gençlik olarak (ya da daha geniş biçimde halk güçleri olarak) biz ne yapmalıyız sorusu. CHP’nin sınırlılıkları ve özünde burjuva partisi olması dolayısı, saldırıları boş vermek, çağrıları önemsememek ve yaşananları yesinler birbirlerini olarak değerlendirmek büyük bir hata olacaktır.
Bunun da aslında iki sebebi var. Bunlardan ilki, halkın çok büyük bir bölümünün hala CHP’yi kendi iradesi olarak görmesi ve iradesini savunmak istemesidir. Bu insanlar bir yanılgı içerisinde olsa dahi, CHP’ye yapılan saldırıya halkın iradesine yapılan bir saldırı olması dolayısıyla karşı durmak, gerekirse CHP’ye rağmen karşı durmak gerekir. İkinci sebebi ise yapılan saldırıların arka planı. Bugün rejim CHP’ye, kendisine karşı bir tehdit oluşturma ihtimali dolayısıyla saldırıyor. CHP tasfiye edildiğinde ise kendisinde mutlaklaştırmayı tümüyle başardığı gücü, diğer ve asıl tehditlere karşı da kullanmaktan kaçınmayacak. Yani aslında bir kez daha, CHP’yi CHP’ye rağmen savunmak gerekiyor.
Fakat yine bir açmaz ile karşı karşıya gözüküyoruz. Ne CHP ile oluyor, ne de CHP’siz. Yapılan çağrılara gittiğimiz ve CHP’nin stratejisinin isteyerek yahut istemeden bir parçası olduğumuz durumda yaşananları gördük. Rejimin bekçisi polis ile karşı karşıya kalmak, plansız ve hedefsiz bir çatışma, bolca gözaltı ve tutuklamalar, Özgür Özel’in itidal çağrısı ve bir kez daha benzer bir durum olursa yapacaklarına yönelik tehditler ve dağılış.
Burayı tekrar etmek gerek. Gençlik için tıkanıklığı basitçe korku ile açıklayamayız, hele Beyazıt’ta polis barikatının yerle bir eden gençlik için. Ancak bu tıkanıklığı sürecin yavaş yavaş iyice ayyuka çıkan anlamsızlığı ile açıklayabiliriz. Ki gerçekten, gençliğin en öfkeli ve militan kesimlerinin dahi çağrılara katılımının azaldığını, İl Başkanlığı önündeki kalabalığın dahi Saraçhane günlerinin yanına yaklaşamadığını görebiliyoruz.
Burada aslında iktidarın saldırıları ve CHP’nin stratejisinin peşine takılarak mücadele etmeye uğraşmak dışında bir seçeneğe ihtiyaç duyduğumuz açığa çıkıyor. Bu ihtiyacı klasik anlamda bir üçüncü yol çağrısı olarak bile ifade etmemize gerek yok. Çünkü ne CHP, ne AKP diyen yahut her ikisini de eşitleyen bir yaklaşımdan bahsetmiyorum. Gençliğin ve halk güçlerinin genelinin nezdinde şu an mesele halkın iradesi olarak görülen CHP’nin savunulması. CHP’nin savunusu halk iradesinin, demokrasinin ve özgürlüğün savunusu ile eş anlamlı birçoklarının gözünde.
Ancak CHP’nin kendi kendini savunmakta yaşadığı tıkanıklıkları da açıkça görüyoruz. Bu durumda yapılacak şey çok açık. Demokrasiyi, özgürlüğü ve halk iradesini savunmak adına -bu CHP’yi savunmak demekse CHP’yi de savunmak adına- kendi stratejisini üretebilen, sadece reaksiyoner tutumlar ile zaman kazanmanın ötesine geçen, iktidarın üzerine gitmenin kalıcı zaferler elde etmenin yollarını arayan bir güç odağının örgütlenmesi. Gerektiğinde polisle çatışan, gerektiğinde gözaltına alınan, tutuklamalara göğüs geren ama tüm bu çatışmaları kendi seçebilen bir odak.
Örgütlülüğün gücüne karşın bireyin güçsüzlüğü
Bu yazıda ifade etmeye çalıştığım şeyleri birçok genç biliyor yahut hissediyor. Rejime karşı bir nefret ve öfke, CHP’ye karşı ise bir hayal kırıklığı ve sitem. Buradan çıkan sonuç ise teker teker tüm bu gençlerin daha da yoğun bir umutsuzluğa kapılması, karamsarlığa düşmesi oluyor. Çünkü açık bir düşman varken, karşısında hareket eden tek gücün kapasitesizliği ve yetersizliği her an suratına çarpıyor. Halbuki, fark etmemiz gerek. Tam da bu hisleri yaşayan değil binlerce, on binlerce belki milyonlarca genç var.
Saraçhane’de binlerce genç her gece Taksim’e yürümenin hayalini kurduk, belki de İstanbul’un Taksim’e izin almadan yürümeye en uygun olmayan meydanından (Bozdoğan barikatı aşılsa bile arada Haliç ve köprü olduğu gerçeğini hatırlayalım). Bu gençler olarak -CHP’yi savunmak için ya da daha fazlası için fark etmez- CHP’nin isteklerine karşın bir odak haline gelip farklı rotaları planlayabilsek belki de bugün Taksim’e girmiş olacaktık. Yine binlerce genç, İBB’yi işgal etmeyi orada kalmanın hayalini kurduk ama binaya alınmadık. Belki bağımsız bir odak olabilsek CHP kadrolarına da karşın veya onları da zorlayarak şu an hala İBB’de nöbet tutuyor olacaktık. Bunların hepsi tabii ki spekülasyon, ancak inisiyatifi iktidarın elinden alamayacağı açık bir odağın, yani CHP’nin arkasından yürümemiz durumunda spekülasyon yapacak ihtimaller bile neredeyse ortadan kalkıyor.
Spekülasyon yapabilmek yani umut edebilmek için, bunlar doğrultusunda planlar yapabilmek için, savunma pozisyonunu bırakıp aksiyon alabilmek için CHP’ye bakmak yerine kendi inisiyatifimizi oluşturmalı, bunun için de örgütlenmeliyiz. Çok zor bir soruya çok kolay bir cevap var elimizde: Örgütlenmek.
Örgütlenmek kelimesi Türkiye’de tek başına çok büyük bir alerjiye sebep oluyor. Bunun bile sebebi çok manidar. Örgütlenmemizden korkuyorlar. Teker teker gençler olarak önümüzde iki seçenek var, ya CHP çağırdıkça gidip dayağımızı yiyip eve dönmek ya da CHP’ye de küsüp evimizde oturmak, yurtdışı hayalleri kurmak. Bu seçenekler arasında seçim yapmak zorunda kalırsa, en militan genç bile sonunda ikinci seçeneğe mecbur kalacaktır. Çünkü en sonunda Gürsel Tekin hep o kapıdan girecek, sadece 8 Eylül mü, 8 Ekim mi, 8 Kasım mı bu değişecek ve CHP kürsüden barikata yüklenenleri hedef gösterecek.
Ama bu seçeneklere sahip tekil gençler olarak, bir arada hareket edersek, örgütlü ve planlı hareket edersek karşımızdaki seçeneklerin neler olduğuna biz karar verir konumda oluruz. Bu durumda ise en militan, en cesur veya en özverili gençleri aramak; yahut her gençten yılların devrimci militanı özverisi beklemek durumunda kalmayız.
Böyle bir örgütlülük düzeyini yakaladığımız takdirde ise zaten CHP’nin sınırlılıklarının bize engel olma ihtimalini de ortadan kaldırırız. Hareketimiz CHP’yi savunma umudunun ötesine geçecektir zaten. Çünkü örgütlülüğün gücünü gören bir halkın, özneleşen bir halkın, kendisine yapılacak dayatmalara tahammülü olmayacaktır. AKP-MHP iktidarını sokakta devirebilen bir halkın önünde, CHP zaten duramayacaktır.