Üniversitelerde Noel Savaşları ve “Nötr” Öğrencilerin “Şiddetli Tavsiyeleri” Üzerine

Geçtiğimiz günlerde Yıldız Teknik Üniversitesi’nde öğrencilerin bir çam ağacını süslemesiyle üniversitelerde adeta Noel savaşları başladı.  

Süslenen ağacın süslerinin çıkarıldığı haberi sosyal medyadan yayıldıktan sonra öğrenciler ağacı tekrar süsleyip süslerin kaldırılmaması için nöbet tutmaya başladı. Bunun üzerine karşıt görüşlüler tehditler savurarak ağaçların süslenmesine izin vermeyeceklerini söylediler.  

Bu söylemlerin bir karşılığı olmayınca aynı üniversitedeki kimi öğrenciler “Üniversitemiz kampüsünde huzur ve sükûnet düzeni ile eğitim öğretim imkanının sağlanması talebimizdir. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 54. Maddesinde düzenlenen disiplin cezası gerektiren olaylar artarak devam etmektedir ve buna dair yaptırım gerekmektedir.” diyerek yazdıkları dilekçeyle ağaç süslemeye çağrı yapan öğrencileri üniversite yönetimine şikâyet etti.  
 

Süreç; aynı olayların İstanbul Teknik Üniversitesi’nde gerçekleşmesi, ODTÜ’nün de olaya dahil olarak dayanışma için ağaç süsleme etkinliği koyması, Marmara Üniversitesi’nde de ağaçların süslenmeye başlaması ve İstanbul Üniversitesi’nde olası bir ağaç süsleme tehdidine karşı çam ağaçlarının dallarının kesilmesi, Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Themis heykelinin süslendikten sonra tamir gerekçesiyle kaldırılmasıyla devam ederek adeta Noel savaşlarına dönüştü.  

Buna karşın öğrencilerin geniş bir kısmı bunun bir Noel değil yılbaşı kutlaması olduğunu öne sürerek savunmaya geçti. Müslümanların İsa’nın doğuşunu kutlaması ya da “bir kavme benzemelerinin” olası sonuçları bu yazının konusu değil ancak birçok dine, kimliğe ev sahipliği yapmış coğrafyamızda bir kültürel etkileşimin inkârına dayanan bu “savunma” biçimi yersiz olmasının yanı sıra tarihsellikten de oldukça uzak. Arkadaşlarımız Aralık ayında değil de Temmuz’da ya da çam değil de meşe ağacı süslüyorsa denilecek söz yok tabii. Bu yazının sınırlılıkları gereği bu konuyu burada keselim. 

Bu süreçte Yıldız Teknik ve İstanbul Teknik Üniversitelerinde yapılacak süsleme buluşmaları için iki üniversitede de yapılan çağrılarda özellikle vurgulanan şey süsleme anında herhangi bir slogan, basın açıklaması, sözlü veya fiziksel aşırılığın kabul edilmeyeceği gibi bu amaçla alanda bulunulmamasının şiddetle tavsiye edildiğiydi. Birçok öğrencinin ise bu toplanmaların siyasi olmadığını, sol siyasetleri temsilen herhangi bir öğrencinin orada bulunmaması gerektiğini çünkü “ortalığı karıştırıp” “provokasyona” sebep olabileceğini, bu durumun üniversitenin “nötr” öğrencilerinin katılımını etkilediğini söylediğini gördük. Bunun karşısında ise küfürlerle, kampüsünde “gavur” bayramı kutlanmasını istemediğini söyleyerek süslemelere karşı olduğunu açıkça ifade etmekten çekinmeyen bir güruh vardı.  

Öncelikle siyasi olmadığını, steril bir zeminde konumlandığını iddia eden “nötr” öğrencilere sormakta fayda var:  

Basit bir ağaç süsleme dahi bu noktaya varıyorsa bunun nedeni birtakım politikalar sonucu oluşan siyasi bir kutuplaşma olabilir mi? Yoksa çam ağaçlarının süslenmesine dair estetik bir kutuplaşma mı söz konusu?  

İktidarın toplumun her alanına sirayet ettirmeye çalıştığı siyasal islamı üniversitelerde örgütlemenin bir aracı olarak kullandığı bu güruh uzun bir süredir kendini kulüpler ve topluluklarla kalıcılaştırıyor. Nötr arkadaşlarımız bilmiyor ya da unutmuş olabilir ama siyasal İslamcı unsurların buna benzer hamleleri yeni değil. O zaman soruyu cevaplamalarına yardımcı olacağını da umarak hatırlatalım: 

Marmara Üniversitesi 2013, Tüm tepkilere rağmen “Evrim Sorgulanıyor Kongresi” düzenlendi. 

İstanbul Teknik Üniversitesi 2015, “Kafirler için yaşasın cehennem!” sloganlarıyla bir grup toplu namaz kılarak kampüs içinde Rus uçağının düşürülmesini kutlamak için lokum dağıttı. 

2016, ‘İTÜ Beyan’ adında bir grup paravan kulüp olarak kullandığı Münazara Kulübü’yle 28 Şubat’ın yıldönümü için özel izin alıp etkinlik düzenledi. Aynı grup yemekhanede “Ahrar-u Şam onurumuzdur!” sloganları atarken buna karşı çıkan öğrenciler gözaltına alındı. 

Yıldız Teknik Üniversitesi 2020, Üniversitede profesör olarak görev yapan Bedri Gencer Elazığ depremine çocuk yaşta evliliklerin yasaklanmasının sebep olduğuna dair açıklamalar yaptı. Gencer hâlâ görevine devam ediyor. 

 
İstanbul Üniversitesi 2022, Üniversitenin LGBTİ+ topluluğunun düzenlemek istediği piknik islamcı ve faşistlerin tehdit ve saldırılarıyla iptal edildi. Bir grup İslamcı kampüs önünde toplanırken LGBTİ+ öğrencilere kampüs yakınlarında bulunulmaması gerektiği söylendi. 

Günümüzde ise birçok kulübün imkanları bir bir kısıtlanırken İslamcı grupların oluşturduğu kulüpler kampüsün en büyük salonlarında binlerce lira ödeneklerle etkinlikler düzenliyor. Öğrenciler yemekhane zamlarına karşı tepkilerini dile getirdiklerinde haklarında soruşturma açılırken aynı gruplar kendi takvimlerini üniversitenin gündemine sokabiliyor.  
 
Siyasal islam uzun bir süredir üniversitelerde örgütleniyor, bugün bir haftadır gündemimizden düşmeyen ağaç süslemeye çalışan öğrencilerin karşılaştığı engeller de bunun sadece başka bir yansıması.  
 
Peki nötr arkadaşlarımız için siyasal olan tam olarak nedir? 
 
Öğrencilerin okurken temel barınma ve beslenme giderlerinin belirleyici olması, bu nedenle istediği şehri, istediği üniversiteyi tercih edememesi siyasi midir? 

 
Aydın Güzelhisar KYK Yurdu’nda asansör denetiminin TMMOB’dan alınıp özel bir şirkete verilmesi,  

Zeren Ertaş’ın ölümüne kadar asansör arızasıyla ilgili yapılan başvuruların dikkate alınmaması; defalarca kez dilekçe verilmesine rağmen ışıklandırma çalışması yapılmayan Aksaray KYK Kız Yurdu yolunda Mine Nur’un araba çarpması sonucu hayatını kaybettiği gece apar topar ışıklandırma çalışması yapılması,  

tüm bunlar yaşanırken KYK Genel Müdürü Recep Ali Er’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kuzeni olması siyasi midir?
 

İTÜ’de, eski AKP Gençlik Kolları yöneticisine henüz doktorası bitmeden öğretim görevlisi kadrosu açıldıktan sonra rektör danışmanlığı ve genel sekreter yardımcılığı görevi verilmesi ve bunlardan hemen önce İTÜ rektörünün AKP Gençlik Kolları yöneticileriyle görüşmüş olması siyasi midir mesela? 

 
Enes Kara’nın barınma sorunu ve yetersiz devlet yurtları nedeniyle tarikat yurtlarına mahkûm edilip, “Özgür hissetmiyorum. Bu şekilde yaşamaya mezun olana kadar katlansam bile ne ailemin baskısı bitecek ne de yaşamaya değer bir hayatım olacak,” diyerek intihar etmesi siyasi midir mesela? 

 
Bir işe yaramayan interneti, zehirlendiğimiz yemekleri, her gün bozulan asansörleri, şantiye alanına dönüşmüş bahçeleriyle 4 kişi kapasiteli odalarına 9 kişi sığdırılmaya çalışılan yurtlarda kalmamız siyasi midir mesela? 
 
YÖK’ün üniversitelerimize dair kararları holdinglerle alması; üniversitelerimize rektörlerin atanıp bu rektörlerin kulüplerimizi kapatmaları, hocalarımızı uzaklaştırmaları, kampüsleri taşımaları, kadroları kendi akrabalarıyla doldurmaları siyasi midir? 

Kadın cinayetleri, taciz, tecavüz sürekli artarken kadınların ısrarlı taleplerine rağmen üniversitelerde Cinsel Taciz Önleme Birimlerinin kurulmaması, var olanların da işlevsizleştirilmesi siyasi midir? 

 
Yurtların, kütüphanelerin, laboratuvarların yetersiz olup kampüs ve yurt binalarının depreme dayanıklı olmamasına karşın herhangi bir çalışma yapılmazken kampüs içine camii inşa edilmesi siyasi midir? 
 
İslam inancının Hanefi mezhebiyle sınırlı bir kurum olan diyanet işleri kadrolarının, bizzat AKP-MHP kadrolarının farklı sıfatlarla kampüs içinde etkinlikler yapması siyasi midir? 
 
Yoksa tüm bunlar birbirinden bağımsız, kendiliğinden gelişen, münferit durumlar mıdır? 

 
Tüm bu süreçlerin kararları birileri tarafından alınıp hayata geçiriliyor ve bunların hepsini siyaset belirlemiyorsa ne belirliyor?  

Buna siyaset deniliyor ve öğrenciler tam da bundan uzaklaştırılmak isteniyor. 
Nötr olma, kayıtsız olma bizi nesneleştiren bir egemen akıldan besleniyor.  
Siyaset söz sahibi olmaktır, karar almaktır, belirlemektir. 

Peki biz hangi kararı alabiliyoruz, neyi belirleyebiliyoruz? 

Üniversitelerde gördüğümüz derslerden kaldığımız yurtlara, ulaşımdan yemekhanede çıkan yemeklere, sosyal yaşama katılmaktan yaşadığımız kentin planlanmasına kadar tam olarak yaşamlarımızın hangi alanında söz ve yetki sahibiyiz? Yaşamlarımıza dair kararlarda bu söz ve yetkilerimizin elimizden alınmış olması siyasi değil midir? 
 

Siyaset egemenlerin çıkar ilişkileri ile kirlenmiş bir kavram olabilir ama bizim siyasetimiz üniversite tercihi yapmadan önce başımızı sokacak bir yer bulabilir miyiz kaygısı olmasın, günde üç öğün sağlıklı beslenmek bir hayal olmasın, üniversitemizin yemekhanesinde zehirlenmeyelim, bir kitap alırken iki defa düşünmeyelim, devletin yurdunda asansörlerde ölmeyelim diye.  

Biz bu siyasetin bir tarafıyız ve tarafı olmaya devam edeceğiz çünkü Gramsci’nin de ifadesiyle yaşamanın taraf tutmak olduğuna inanıyoruz. 

Nitelikli barınma, beslenme, ulaşım, eğitim, sosyal yaşama katılma hakkımız için; Zeren için, Enes için, Resul için, yaşamaya değer bir hayatının olmadığını düşünerek intihar eden arkadaşlarımız için, Filistin’de dünyanın gözü önünde uygulanan soykırım ve içinde bulunduğumuz gezegen için.  

“Kimse, toplumun dışında yalnızca insan olarak var olamaz. Gerçekten yaşamak yurttaş olmaktır, iştirak etmektir. Kayıtsızlık irade kaybıdır, asalaklıktır, korkaklıktır. Kayıtsızlık yaşamak değildir. Bu yüzden kayıtsızlardan nefret ediyorum.”

Antonio Gramsci

Kendini “nötr” olarak tanımlayan, öyle olduğunu sanan arkadaşlarımız bu süreçlerin karar vericilerinin değil de bizim “aşırı” olduğumuzu ve “ortalığı karıştırdığımızı” öne sürmekte dilediklerince özgürlerdir.  
Bu konforlu özgürlüklerinin bize yönelttikleri “şiddetli tavsiyeler” için de kendilerine teşekkür ederiz.  
Nötr olmalarından dolayı bu şiddetli tavsiyelerinin bomboş bir içeriğe sahip olduğunun kendilerince de bilince çıkarılmasını umarız. 

 
Bugün bu koşullar oldukça zorlayıcı, üstelik gelecek de pek parlak değilken tüm arkadaşlarımıza bir çağrımız var: Yaşamak hayatta kalmaktan çok daha fazlasıdır ve biz bu ikisi arasında nötr olmayan bir tercih yapmalıyız!  
 
Son olarak Nazım Hikmet’in şu dizelerine kimi eklemeler yapmak isteriz. 
 

“Akrep gibisin (nötr) kardeşim, 
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. 
Serçe gibisin (nötr) kardeşim, 
serçenin telaşı içindesin. 
Midye gibisin (nötr) kardeşim, 
midye gibi kapalı, rahat. 
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun (nötr) kardeşim. 
Bir değil, 
beş değil, 
yüz milyonlarlasın maalesef. 
Koyun gibisin (nötr) kardeşim, 
gocuklu celep kaldırınca sopasını 
sürüye katılıverirsin hemen 
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. 
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, 
hani şu derya içre olup 
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf. 
Ve bu dünyada, bu zulüm 
senin sayende. 
Ve açsak, yorgunsak, al kan içindeysek eğer 
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak 
kabahat senin, 
— demeğe de dilim varmıyor ama — 
kabahatın çoğu senin, canım (nötr) kardeşim!”  

Nazım Hikmet RAN 

Yazar