“Duvarsız Üniversite” ya da Açık Ticarethane

Üniversitelerin sermaye birikim alanlarına dönüştürülme hamlelerini, neoliberal politikaların hayatın her alanında olduğu gibi üniversitelere de yansıması ve bu yansımanın sonuçlarını uzun zamandır tartışıyoruz. Geldiğimiz noktada kapitalizmin yapısal krizlerinin ve bu krizlerin etkisinin giderek daha da zuhur etmesiyle birlikte sürecin hız kazandığı değerlendirmesini de yapıyoruz. Şüphesiz ki bu değerlendirme yaşam alanlarımız olan üniversiteleri de kapsıyor.

Yakın tarihten örneklerle hatırlayalım. Kamu olanaklarının sermayeye aktarılmasına ön açan, üniversitenin imkanlarını sermaye için bir vergisiz para kazanma sahasına ve kendi yararlarına “bilgi” üretme alanına dönüştüren teknoparklar; “kariyer planlama” adı altında çeşitli şirketlerin, bankaların yöneticilileriyle gerçekleştirilen kariyer zirveleri ve yine bu programlarda üniversite öğrencilerine satılan sertifikalar; İTÜ yemekhanesinin özelleştirilmesi, bununla paralel olarak birçok üniversitede bulunan yemekhanelerde gerçekleşen zamlar; bir öğrencinin ölmesine sebep olan, kamusal denetim gözetilmeksizin ticari anlamda firmalar tarafından denetlenen yurt asansörleri ve yine birçok yurdun yemekhanesinde tarihi geçmiş gıdalar…

Bu örnekler elbette sayıca artırılabilir fakat çıkarılacak sonuç ise tektir; o da üniversite dediğimiz kurumun açık bir ticarethaneye dönüştürülmesindeki kararlı adımlar ve bu adımların sıklaşacağıdır.

Bir Sermaye Müzesi Olarak Üniversite

Bir süredir sosyal medyada dolaşan İstanbul Üniversitesi yerleşkelerine giriş çıkışların halka açılacağı bilgisi, üniversite yönetimi tarafından “Bilimin kapılarını halka açıyoruz” sözüyle birlikte hayata geçti.

Alınan karar karşısında tartışmalar yoğunlukla “güvenlik” kaygısı üzerinden yapıldı. Bu noktada asıl tartışmamız gereken kapıların halka açılması değil, üniversitelerimizde şirketler cirit atarken, doğayı talan edecek projeler bizzat üniversite koridorlarından çıkarken, savaş sanayisini besleyecek damarlar üniversiteye işlenirken halka örülen duvarlardır. O duvarı örenlerin kapıları kime araladığıdır asıl tartışılması gereken.

Az bir zaman evvel kendi öğrencilerinin fakülteler arası geçiş yapmasına dahi izin vermeyen İstanbul Üniversitesi rektörlüğünün aldığı bu karar kampüslerin ticarileşmesi için atılmış bir adım değil de nedir?

Üniversitede bulunan toplulukların etkinliklerini kısıtlayan; öğrencilerin gerçekleştirmek istediği pikniklere, şenliklere izin vermeyen; okul bünyesinde bulunan CİTÖK gibi kuruluşları işlevsiz hale getirmeye çalışan kayyum rektörün aldığı bu karar; bilimin kapılarının halka açılmasını değil açıkça üniversitenin kapısının sermayeye, ranta daha da fazla açılmasına zemin hazırlamaktır.

Yıkılacak Duvarlar ve İnşa Edilecek Üniversite

Bugün üniversiteli gençliğin yaşamı birçok sorun ile çevrelenmiş durumda. İktidar-sermaye-üniversite işbirliğinde yaşam alanlarımıza açılan bu savaşta üzerimize düşen sorumlulukları görmeli ve hayatlarımızı, yaşamlarımızı, üniversitelerimizi özgürleştirme yolumuzda tüm kararlılığımızla yürümeliyiz.

Yıkılacak bir “duvar” varsa o duvarın bu yolda önümüze koymaya çalıştıkları engeller; özelleştirdikleri, zam yaptıkları yemekhaneler; denetimden geçmeyen asansörlerin bulunduğu yurtlar; üniversitelerimizin kapılarını sermayeye açan kayyum rektörler olduğunu biliyoruz. 

Üniversitelerimizde atılacak her bir adımın üniversite öğrencileri tarafından belirleneceği bir özneleşme sürecini adım adım büyütmeliyiz. Pusulamız ise özgür demokratik bir üniversite. Bu pusulayı zaten halktan bağımsız görmek bizim işimiz değil. Bilimi halkla buluşturmak ise kayyumların işi değil. Tarafımız belli, bilimin kapılarını halka açacak olan da özgür demokratik halk üniversitelerini inşa edecek olan da bizleriz!

Yazar