Özgürlükçü Gençlik 4. Konferansı Sonuç Metni

 ‘’Kuşatmayı Yırtalım Özgürlüğe Giden Yolu Birlikte Açalım!’’ şiarıyla gerçekleştirdiğimiz 4. Gençlik Konferansımızı 7 ilden 100’ü aşkın üniversitelinin katılımı ile tamamladık.

Konferansımızda, kapitalizmin yapısal krizleri olan başta ekonomik ve ekolojik kriz olmak üzere derinleşen sorunları konuştuğumuz ve aynı zamanda çıkış yolunu, örgütlü mücadelemizi işaret ettiğimiz bir tartışma ortamı yaratmaya çalıştık.

Dünyada ve Türkiye’de çeşitli kriz dinamiklerinin aynı anda yaşandığı, her gün derinleşen krizlerin etkilerinin daha yakıcı sorunlara yol açtığı bir dönemden geçiyoruz. Dünyanın her yerinde yaşanan bu sorunlar gençlik açısından da özel sonuçlara yol açıyor.

Bu krizlerle birlikte yeryüzündeki canlı yaşamı bir yok oluşa doğru sürükleniyor. Hem de kendiliğinden değil, bizzat sermayedarlar ve sermayedarların çıkarlarını koruyan iktidarlar tarafından. 

Dünya, bugünden geleceğe bakan bir gençlik için yaşam imkanının yitirilmesi tehdidi ile  kuşatılmış bir kaos olarak görünüyor. Bu kuşatmanın boyutu, birçok farklı krizin iç içe geçerek  hepsinin şiddetini artıran, egemenlere diğerlerini hasır altı ederek yalnızca birini çözme, üstünü  örtme imkanı vermeyen bir seviyeye varmış durumda.

Robotların insan emeğinin yerini alacağı olgusu, insanlığa refah getirmekten çok işgücü piyasalarındaki  rekabeti artırmış, niteliksiz emek gücüne duyulan ihtiyacı azaltmış, insanları çok uzun saatler,  ucuza çalıştırmaya razı kılmıştır. Hacmi giderek artan “işsiz ordusu” emekçi kitleler üzerinde  sermayenin bir kırbacıdır.

Baskıların arttığı, zamanın hızlı aktığı, zor bir süreçten geçiyoruz ama bu süreç hala devrimci olasılıkları heybesinde taşımaya da devam ediyor.

Kapitalizm, yaşadığı krizleri daha fazla ‘’kaynak’’ üreterek doğayı talan etmekle, işsizliği ve yoksulluğu kalıcılaştırmakla, nefret söylemlerini yükseltmekle ve canlıların yaşamına göz dikmekle aşabileceğini zannediyor. Bu düşünce dünya genelinde faşizmin, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin, LGBTİ+fobinin yükselmesine neden oluyor. 

Emperyalist savaşlar dünyanın çeşitli bölgelerinde devam ederken yine Ortadoğu’da yoğunlaşmış durumda. Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ardından geçtiğimiz yıl Ekim ayında tekrardan alevlenen  İsrail’in Filistin işgali ve Gazze’de sürdürülen soykırım, ABD-AB güçlerinin soykırımcı İsrail’e  açık desteği, gerekirse atom bombasının dahi kullanılması gerektiğini dillendirmesi halkların  gözünde Batı hegemonyasının meşruiyetini ciddi ölçüde sarstı. Diğer yandan ise Filistin halkının yanında olduğunu ilan eden dünyanın her yerinde sokaklara dökülen başta üniversiteli gençlerden oluşan yüzbinlerce kişi ‘’Filistin halkının direnişi, direnişimizdir!’’ sloganını atmaya devam ediyor.

Sermaye ilişkisinin her yere sızarak sömürü ve yağmanın dozunu artırdığı buna karşılık sömürüye karşı çıkan işçiler ve işsizlerin, savaşa karşı çıkan yoksul halkların ve göçmenlerin,  ekolojik yıkıma karşı çıkan doğa ve yaşam savunucularının, geleceksizliğe direnen gençlerin,  isyanıyla sokakları dolduran kadınların hareketlerinin sesleri yeryüzünün dört bir tarafında  duyuluyor. Yaşanabilirlik krizi içerisinde olan gezegende antikapitalist, demokrat, komünist  güçlerin bir araya gelme, dayanışma, örgütlenme ve mücadele zeminlerini artırmak ve  geliştirmek zamanımızın devrimci görevlerinin başında geliyor.

**

“Başkanlık Sistemi” diye adlandırılan rejimin iktidar alanı, mevcut Anayasaya bağlı kurumlarını içerden fethederek ele geçirdiği devleti, Erdoğan odaklı “parlamentoyla süslenmiş diktatörlük” diyebileceğimiz bir rejim biçiminde ve faşist zeminde yeniden kurmayı hedefliyor.

Vurgun, rant ve yağma sermayenin birikim tarzı olarak meşrulaştı ve iktidar alanının farklı kollarının çıkarlarınca yürütülüyor. Fuhuş ve uyuşturucu yoksulluğun bu düzeyde arttığı her toplumda olduğu gibi oldukça yaygınlaşıyor. Ülke, dinbazların elinde uyuşturucu ve fuhuş merkezi haline getirilmeye çalışılıyor. Faşist kurumsallaşmanın kendisi için en büyük güvence, süreç boyunca kendisine koltuk değneği olan, her ne olursa olsun halkın öfkesini sönümlendirerek köşesine çekilen sistem içi muhalefet oldu.

Sistem içi muhalefetin her önemli yol kavşağında aldığı tutum, AKP’nin sermayenin kesintisiz işleyişi ve devletin bekası için kurmaya çalıştığı yeni rejime karşı olmadığını gösteriyor. Bölüşüm krizinin faturasının yoksullara kesilmeye çalışılmasında, Kürt illerinde kesintisiz savaş konseptinde, dokunulmazlıkların kaldırılmasında AKP’nin kuyruğuna takılma bunu somutlayabileceğimiz yalnızca birkaç örnek.

31 Mart yerel seçimlerinde önemli bir yenilgi yaşayan AKP iktidarı faşizmin kurumsallaşma hamlelerini sürdürüyor. Seçimlerin hemen ardından Van ile başlayan kayyum politikaları bu hamlelerin başında gelirken, Van direnişi ile iktidarın geri atmış olması halk güçleri açısından önemli bir kazanım ve moral üstünlük yarattı. Van direnişinin ardından çoğunluğu gençlerden olan tutuklamalar, bu direniş hattını kırmaya çalışsa da başarılı olamadı. 

Aynı direnişi “1 Mayıs meydanı Taksim’dir!” diyen, 1 Mayıs günü Saraçhane’de polis şiddetine karşı direnen binlerce devrimcinin iradesinde de görmek mümkün. 

Van’dan 1 Mayıs’a, Filistin eylemlerinden İbrahim Kaypakkaya anmasına bir dizi saldırı ve tutuklama başta gençler olmak üzere tüm devrimcilere yönelmiş durumda.

Bugün Van’dan Hakkari’ye halkların iradesine sahip çıkarken, tutuklanan arkadaşlarımız için 1 Mayıs’a ve üniversitelilere özgürlük talebini yükseltirken, İsrail ile tüm ticari ilişkileri teşhir ederken bu yıldırma politikalarının işe yaramadığını bir kez daha ilan etmiş oluyoruz.

Konferansımızı gerçekleştirdiğimiz sırada yüzlerce mücadele arkadaşımız ile birlikte Van halkının iradesini savunduğu için tutuklu olan Seda ve Selman yoldaşlarımızı alacağımızın sözünü vermiştik. Seda yoldaşımız tahliye olup mücadele saflarında bir kez daha yerini alırken Selman yoldaşımızı ve diğer tüm devrimcileri, tutsak mücadele arkadaşlarımızı alana kadar mücadelemizin devam edeceğini buradan bir kez daha ilan edelim. 

**

Eğitimin içinde bulunduğu koşulların egemen sınıflarca şekillendirilen bir unsur  olduğu tespiti, bizi alternatif bir üniversite mücadelesinin, üniversiteden başlayan  ama hedeflediklerinden fazlasını talep eden bir program çerçevesinde yürütülmesi  gerektiği gerçeğine götürür. Eğitimin özgür ve demokratik bir biçimde gerçekleştirilmesi,  burjuva bir anlayışla “tarafsızlaşma” ya da toplumdan sterile olma anlamı taşımaz.  Özgür ve bilimsel eğitim, toplumdan kopuşu değil ayrıcalıklı azınlığın çıkarları doğrultusunda bir eğitim anlayışından kopuşu ifade eder. 

Eğitimi oluşturan unsurlar, araç ve olanaklar hem tarihsel hem de güncel olarak ortak  toplumsal bir üretim sonucu olduklarına göre; geri dönüşü de toplumsal ihtiyaçlar ve  beklentiler doğrultusunda şekillendirilmeli ve emekçiler eğitimin öznesi konumuna gelmelidir.

Diğer tarafta ise siyasette yumuşama rüzgarlarının estiği bu günlerde iktidarı, muhalefeti ve düzen partilerini  birleştiren en önemli unsur “Şimşek Programı”dır. Halka ve gençlere tek kurtuluş yolu olarak  sunulan bu ekonomi politikası, yerli sermayedarların karını katlarken bizleri gün geçtikçe yoksullaştırmaktadır. İçerisinde bulunduğumuz krizi var eden sistem, mücadele ile kazandığımız  sosyal haklarımızı elimizden almış; kendi çıkarları doğrultusunda bütün toplumu  dönüştürerek herkesi işçileştirmiş ve işçi sınıfının sömürüsünü gün geçtikçe derinleştirmiştir. Bu dönüşüm gençleri de hızla işçileşen, borçlanan, güvencesizleşen bu toplumun bir parçası yapmıştır.  

Öğrenci gençlik kafelerde, barlarda; kurye olarak sokaklarda, ofislerde, tekno parklarda ve diğer birçok alanda  düşük ücretlerle, esnek, güvencesiz ve yoğun çalıştırılıyor. Öğrencilik, yedek iş gücü ve ucuz emek  olarak küresel kapitalizme göbekten bağlı Türkiye patronlarının iştahını kabartıyor.

Konferansımızda dünya ve Türkiye değerlendirmelerinin yanı sıra; üniversitelerde kadınların yaşadığı sorunlar ve örgütlenme dinamikleri, LGBTİ+fobi ve örgütlenme pratikleri, ekolojik kriz ve ekososyalizm mücadelesi, kültür-sanat mücadelesi, geçinemeyen öğrencilerin örgütlenme deneyimleri, çocuk hakları topluluğu çalışmalarımız ve psikoloji komisyonlarımız üzerine örgütlenme perspektifimizi tartıştık. 

Konferansımız, üniversiteli gençlerin sorunlarını tartışabilmeyi ve her bir sorun alanını bir örgütlenme pratiği ile buluşturmayı amaçladı. Geldiğimiz noktada üniversiteli gençlik mücadelesinin gücünün zayıfladığı tespiti ile; ideolojik ve pratik birlikteliği kurma, güncel ihtiyaçlar doğrultusunda bütünlüklü bir üniversite mücadelesini yeniden yaratmak amacı ve iddiasındayız.

21. Yüzyılda kapitalizm tarafından tahrip edilen, içerilmeye çalışılan tüm alanlarda, o alanın özgünlüğünü esas alan ama aynı zamanda anti-kapitalist nitelikte ve sosyalist mücadele ile de buluşturmaya çalışan pratiğimiz ile ortaya koyduğumuz deneyim ışığında bu iddiayı taşıdığımıza inanıyoruz.

Üniversiteli kadınların ve LGBTİ+ların öz örgütlerini kurarak ve sosyalist feminizmden beslenerek yarattığımız örgütlenme deneyimi bugün kampüslerde ve fakültelerde karşılık buluyor, özneleriyle buluşuyor. Üniversiteli kadın örgütlenmemiz, kadın topluluklarından Cinsel Tacizi Önleme Birimlerine birçok çalışma ile kampüslerin kadınlar ve LGBTİ+lar açısından daha güveli mekanlar haline gelmesine yönelik mücadeleyi sürdürüyor. 

Ekoloji mücadelesinin sınıfsal perspektifini oluşturmak, sınıf mücadelesine ekoloji perspektifi kazandırmak için üzerimize aldığımız sorumluluklardandır. Yerel direnişlerin yanı sıra, üniversiteler gençlerin yaşam alanı ve bilimsel bilgi üretim merkezi olarak gençliğin ekoloji mücadelesini yürüteceği önemli alanlardan biridir. Üniversitelerde ve diğer tüm alanlarda yaptığımız ekoloji çalışmaları ile gençliğin ve sınıfın ekoloji mücadelesi ile arasındaki bağı kurmaya talibiz.

Gençliğin karşı karşıya kaldığı kültürel hegemonik ablukaya,  neoliberalizmin yalnızlaştırıcı politikalarına ve bireycilik dayatmasına karşı gençliğin  öz gücüyle kolektif kültür-sanat üretimi yapabileceği, dayanışma pratiklerini güçlendireceği, ortak deneyim değerlerini esas alan alanlar yaratmak, komisyonlar kurmak ve dernek çalışmaları yapmak bulunduğumuz tüm yerellerde en temel çalışmalarımızdan olmaya devam edecek.

Üniversite yönetimlerinin tüm baskı ve sansürlerine karşı kampüslerimize topluluklar kurmaya ve topluluklarımızı katılımcı demokrasi ile işletmeye devam edeceğiz. Yaşadığımız sorunların kişisel değil toplumsal olduğu bilinciyle, öfkemizi birbirimize değil sistemin kendisine yöneltmeye ve ancak örgütlü mücadele ile bu düzeni değiştirecğimizi bilerek mücadelemizi sürdüreceğiz.

Konferansımız gençlik mücadelesinin sıkıştığı ve zorlandığı bu dönemde geleneğimizden aldığımız gücümüzü, yıllardır biriktirdiğimiz pratik deneyimlerimiz  ve ideolojik netliğimiz ile bizler açısından bir eşik niteliği taşımaktadır.

Konferansımızda yeni dönem görev ve sorumluluklarını üstlenecek olan Merkez Koordinasyon üyelerimiz seçilmiş ve örgütümüzün sözcülüğünü Fadime Özdemir ile Ceren Günel devralmıştır. 

Konferansımızdan aldığımız güç ve motivasyon ile Temmuz ayında Hatay’da gerçekleşecek olan Evvel Temmuz Kültür Sanat Festivali kapsamında yapacağımız gençlik çalışmaları ile Hatay gençliği ile buluşacağız. Depremin ardından yıkılmış bir kenti yeniden kurma iddiasıyla çıktığımız bu yolda bir adım daha atacak ve bu sene ‘’Asi’den Deniz’e Yaşamak Direnmektir!’’ şiarını büyüteceğiz.

Ağustos ayı boyunca yoksul, emekçi mahallelerde Çocuk Hakları Topluluklarımız ile Her Yer Çocuk’un düzenlediği yaz etkinliklerinde görev alarak “Çocukların Hakları Var!’’ talebimizi yükselteceğiz.

Yaz kamplarımız ile gençlik mücadelesinin politikasına dair tartışmalarımızı derinleştirecek ve yeni dönemi karşılayacak planlamalarımızı ortaklaştıracağız.

Dün olduğu gibi bugün de özgür ve demokratik üniversite mücadelemizi sürdürmeye, kampüslerde sosyalizm bayrağımızı yükseltmeye ve tarihsel sorumluluğumuzun bilinciyle hareket  etmeye devam edeceğiz.

Yaşasın devrim ve sosyalizm!

Yaşasın örgütlü mücadelemiz!

Yazar