Sebepleri ve Sonuçlarıyla Şimşek Programı

Bilindiği üzere 2023 genel seçimleri ardından AKP-MHP iktidarı ekonomi politikasını Nurettin Nebati ve onun temsil ettiği düşük faiz-değersiz TL olarak özetlenebilecek “Türkiye modelinden” tekrardan Mehmet Şimşek’in şahsında temsil edilen neoliberal ortodoksiye çevirdi. Üstelik bu değişiklikle iktidar, aslında muhalefet bloğunun da seçim öncesinde bir çözüm olarak önerdiği ekonomi politikasını uygulamaya başlamış oldu. Birçok “muhalif” ekonomist ise bu programın “rasyonel” ekonomiye dönüşü temsil ettiği, destek verilmesi gerektiği gibi söylemler üzerinden Şimşek’in arkasına hizalandılar. Burada Şimşek Programı’nı tartışmadan önce, Nebati Dönemi’nin politikalarının ve hedeflerinin anlaşılması zorunludur. Vurgulanması gereken ilk nokta ise “Nas” ekonomisi kavramı üzerinden bu dönemin basit bir ekonomi-bilmezlik dönemi veya dini önyargılar dolayısıyla ekonomi biliminin dışına çıkılan bir dönem olarak açıklanamayacağı gerçeğidir. Aksine Türkiye modeli de o dönem için iktidarın içinde bulunduğu açmazlara bulduğu, sermaye çıkarlarını gözeten bir çözümdür. Daha da temelden, bahsedilen ekonomistlerin iddia ettiği şekilde bir sınıflar üstü ekonomi bilimi ve bu bilimin evrensel gerçekleri diye bir şeyden bahsetmek mümkün değildir.

Nureddin Nebati Dönemi ekonomi politikasının arka planı

2021-2023 arasındaki Türkiye modelinin aslında başardığı şeyin kapsamlı bir şekilde anlatılması, AKP’nin 23 yıllık iktidarı boyunca ekonomi politikalarının bir analizini gerektirmektedir (ki böyle bir analiz yazının kapsamını ciddi anlamda aşmaktadır). Ancak çok yüzeysel bir şekilde, AKP iktidarı boyunca belirli bir miktar ekonomik büyümeyi sürdürmekte, özellikle de seçim başarılarını sürdürme hedefinden dolayı ısrarcı olmuştur. Bunun için de dış sermaye girişlerine bağımlı bir ekonomi politikası izlenmeye devam edilmiştir. Fakat dünyanın geri kalanındaki finansal durumların değişmesi ile beraber Türkiye için dışarıdan sermaye çekmek için faizlerin arttırılması ancak büyümenin sürmesi için faizlerin azaltılması gereken bir ikilem oluşmuştur.[1] Özellikle Covid-19 Dönemi’nde iyice daralan ve küçülen dünya ekonomisinin Türkiye’de de devasa bir krize sebep olmasını önlemek ve ekonominin büyümesini sürdürmek için düşük faiz politikası kullanılmıştır.[2] Bu düşük faiz politikası özellikle de bu dönemde borç ödemelerinde güçlük yaşayan sermaye sahipleri için kritik önem taşımış, düşük faizli krediler ile borçlar ödenebilir hale gelmiştir. Düşük faizler sayesinde hem küçük üretici hem de büyük sermaye çok kolayca sıcak para elde etmiş, iflaslar önlenmiş ve istihdam bulunduğu noktada kalmaya devam etmiştir.

Düşük faizlerin bir ekonomi için çok kritik bir sonucu vardır, yükselen kur veya değer kaybeden para birimi. Bunu çok basitçe finansal piyasalarda paranın değerinin belirlenme süreci üzerinden açıklamak mümkündür. Düşünelim ki birikmiş yüklü miktarda paramız var ve iki ülkede faize koyup paramızdan para kazanabiliriz. Doğal olarak bu parayı faizin yüksek olduğu ülkelerde değerlendirecek ve elimizdeki parayı bu ülkelerin para birimlerine dönüştürmek durumunda kalacağız. Türkiye özelinde ise faiz düştükçe yabancı yatırımcının Türk lirası satın almak için bir sebebi kalmadığı gibi, ülke içinde birikimi olan insanlar bile TL’lerini bozdurarak farklı yatırım kanallarına yönelmiştir. Dolayısıyla Türk lirasına olan talep azalmış ve Türk lirası değer kaybetmiştir. Bu da aslında Nebati Dönemi’nde dolar kurunun yükselmesinin arka planını oluşturmaktadır.

Bu durumda temel sorumuz, TL’nin değer kaybının bize ne ifade ettiği olacaktır. Bir dönemlerin Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın da ifade ettiği gibi sonuçta dolarla maaş almıyoruz. Ancak özellikle Türkiye’de üreticinin, üretimi için gerekli ara malların büyük bölümü ithal ettiği ve üretimi dışarıya bağımlı bir ülkede, kurun yükselmesi üretici için maliyeti de ciddi anlamda artırmakta ve bu durum etkisini fiyatlarda göstermektedir. Dolayısıyla düşük faiz ile enflasyon arasındaki ilişki dahi aslında, ekonomi biliminin evrensel bir gerçeği olarak değil, Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisiyle ilişkilenmesinin bir sonucudur. Türkiye özelinde düşük faizlerin enflasyona sebep olmasının sebebi, düşük faiz dolayısıyla artan kurun ithal edilmek zorunda olan ara malların fiyatını artırarak son ürünlerin satış fiyatını da yukarı çekmesidir.[3]

Bölüşüm sorunu olarak enflasyon

Nebati Dönemi’nin çarpıcı özelliği gittikçe artan enflasyon ve artan dolar kurudur. Fakat Şimşek Programı’nın temel direklerinden biri olan enflasyonla mücadele ve bunun ima ettiği korkunç enflasyon tehdidi veya enflasyonun hayatımızda yarattığı kötü etkiler dahi aslında bir bölüşüm sorunu olarak düşünülmelidir. Bunu çok basit bir örnek ile açıklamak mümkündür. Varsayalım ki 100 TL maaş alan 5 kişiyiz, eğer bir anda tüm ürünlerin fiyatı iki katına çıktığında ancak bizim maaşımız da iki katına çıkarsa 100% enflasyon görülmesine rağmen ciddi bir sorundan bahsetmek mümkün olmayacaktır. Tabii ki fiyatlardaki hızlı değişim bazı belirsizlikler yaratarak sorunlara sebep olabilir, ancak temelde gerçek ekonomide bir değişiklikten bahsetmek mümkün değildir. Eğer bu süreçte bizim maaşımız aynı kalır ve artan fiyatların tümünü bizim patronumuz kar olarak elde eder ise bu durumda bizim alım gücümüz yarı yarıya düşerken patronumuz bu alım gücünün yeni sahibi olacaktır. Bu sebeple aslında tüm ekonomik olgularda olduğu gibi, enflasyon özelinde de kimin kazandığı ve kimin kaybettiği her zaman göz önünde bulundurulmalıdır.

Dolayısıyla aslında Nebati Dönemi ekonomi politikası yüksek enflasyon ile çok kritik bir şeyi başarmıştır: Emeğin toplam zenginlikten aldığı pay, sürekli düşük açıklanan enflasyon seviyeleri ve bundan dolayı gerçek enflasyonun altında kalan zamlar dolayısıyla azalmış, bu dönemde bırakın büyümeye ayak uydurmayı, reel ücretlerde bir düşüş dahi görünmüştür. Dolayısıyla Nebati Dönemi ekonomi politikası hem emeği biçmesine hem de Covid-19’un yarattığı küresel daralmaya ve potansiyel bir borçluluk krizine rağmen yerli üreticiye çok ucuz kredi ve sıcak para imkânları sunarak kendi hedefleri açısından başarılı bile görülebilir. Üstelik bu süre içerisinde, düşük faizler sayesinde yaratılan sıcak para ile hem ülkenin yoksulları borçlanarak da olsa yoksulluklarını bir miktar ötelemeyi başarmıştır hem de AKP ve devlet eliyle (aslında emekçilerden çalınarak) yapılan sosyal yardımlar kitlesel huzursuzlukların önüne geçmiştir. Bunun sonucunda da AKP 2023 genel seçimlerinden galibiyetle çıkmayı başarmıştır.

Bu durumda, eğer hedeflenen şeyler başarıldıysa seçimden sonra doğrudan o dönemin ekonomi politikasını irrasyonalite olarak adlandıran ve birçok açıdan tam zıttı yönde politikalar öneren Şimşek’e geçişi nasıl açıklamak gerekir?

Nebati Programı’ndan neden vazgeçilmek zorunda kalındı?

Aslında Nebati-Şimşek değişikliği son yıllarda gördüğümüz ilk düşük faizden yüksek faize geçiş de değildir. 2018 yılında görece daha ortodoks “rasyonel” ekonomiyi temsil eden Naci Ağbal yerine, benzer bir düşük faiz yüksek kur politikası uygulayan Berat Albayrak gelmiş, ardından onun yerine Lütfi Elvan ile tekrardan ortodoksiye dönülmüştü. Ardından Nebati dönemi bir kez daha irrasyonaliteyi temsil ederken şimdi Şimşek ile AKP bir kez daha ekonomi biliminin gerçeklerine vakıf olmuş gibi gözükmekte. Aslında bu sürekli geçişler bize neden her iki ucun da sürdürülemez olduğunu göstermektedir.

Özetle düşük faiz–yüksek kur modelinin aslında sermaye adına temel sorununun enflasyon olmadığı açıktır. Çünkü bu dönemde emeğin pastadan aldığı pay azalırken sermayeninki sürekli reel olarak da artmıştır. Bunun aksine temel sorun bir kez daha Türkiye’nin ara mallarda dış bağımlılığında yatmaktadır. Düşük faiz ile Türkiye içerisinde bir canlanma yaratılabiliyor, borçlanma kolaylaştırılarak iflaslar önlenebiliyor olsa bile, yukarıda açıklanan sebepler dolayısıyla düşük faiz kuru arttırmakta, dolayısıyla da dışarıdan alınan ürünleri pahalılaştırmaktadır. Bu durum enflasyona sebep olduğu gibi, Türkiye’nin cari dengesini de olumsuz yönde etkilemektedir. Aslında ortodoks ekonomi normalde bir ülke parası değer kaybettikçe cari dengenin olumlu etkileneceğini iddia eder. Çünkü ithal ürünler bu süreçte pahalılaşırken içeride üretilen ürünler yabancılar için ucuzlamaktadır. Dolayısıyla dışarıdan alım zorlaşır ve ithalat azalırken dışarıya satım kolaylaşarak ihracat artar. Fakat Türkiye gibi üretim için ithal ürünlere bağımlı olan bir ülkede, eğer bir ithal ikame politikası (ithal ara ürünlerin iç pazarda üretimini desteklemeyi teşvik eden politikalar) uygulanmadan kur artarsa üretici ithalatını azaltma şansına sahip olamaz ve gittikçe dışarıya daha çok para ödemek durumunda kalır.[4]

Cari açığın kalıcılaşması ve artması ise ülkenin sürekli dışarıdan alım yapabilmek adına fazladan dövize ihtiyaç duyması anlamına gelir. Döviz talebi ise kuru tekrardan yukarı yönlü baskılayarak cari açığın daha da artmasına yol açarak bir kısır döngü yaratabilir. Bu durumun sonunda ise bir cari açık veya ödemeler krizi yaşanması kaçınılmazdır. İşte aslında Nebati’nin temsil ettiği düşük faiz politikasının Türkiye ekonomisi için yarattığı tehdit budur. Böyle bir durumda ülkenin artık dışarıdan ithal ettiği ürünlerin bedelini ödeyecek veya daha önceden alınan dış borçları ödeyecek dövize erişimi kalmamıştır. Şimşek Programı’nın ise aslında temel hedefi böyle bir krizin önüne geçmek ve Türkiye ekonomisinin sahip olduğu döviz rezervlerini arttırmaktır.

Bahsettiğim ödemeler dengesi krizi ile ilişkili olarak 2023 seçimleri sonrası Türkiye ekonomisinin bir diğer sorunu ise aslında bahsedilen döviz kıtlığı veya ihtiyacının sadece özel sektör sermaye için değil doğrudan merkez bankası için de geçerli olmasıdır. Kurun çok hızlı yükselmesinin yaratacağı tehdide karşılık, hükümet kur artışına karşı faizi yükseltmeden de olsa arka kapı metotlar da denilen merkez bankası rezervlerinden dolar satıp TL alarak, yani suni bir TL talebi yaratarak mücadele etmiştir. Bu durum aslında Berat Albayrak döneminde gündeme gelen “128 milyar dolar nerede” sloganının arka planını oluşturmaktadır. İç ekonomi ve büyüme adına, özellikle de seçimler dolayısıyla düşük faize mecbur kalan hükümet, bir yandan kendi döviz cinsinden varlıklarını satarak bir süreliğine de olsa döviz bolluğu yaratmaya çalışmış ve kurun artışını baskılayarak ciddi bir ödemeler dengesi krizinin önüne geçebilmiştir. Ancak bunun sonucunda hem devletin bütçesinde ciddi bir açık oluşmuş hem de merkez bankası rezervlerini erimiştir. Dolayısıyla düşük faiz politikası sürdürülemez hale gelmiştir.

Şimşek Programı’nın temeli faizlerin yükseltilmesi yoluyla ülkeye dış sermaye çekmek, bu sayede ülkedeki döviz varlıklarını arttırmak ve ödemeler dengesi krizinin geçici de olsa önüne geçebilmektir. Bu yönüyle aslında Şimşek Programı sunulanın aksine temelde bir enflasyon azaltma projesi olarak düşünülmemelidir. Zaten açıklandığı üzere yüksek enflasyonun sermayedarlar açısından ciddi bir sorun teşkil ettiğini düşünmek yanlış olacaktır. Ancak enflasyon ve faiz ilişkisi Şimşek Programı için kritik önem taşımaktadır. Yüksek faiz olmasına rağmen bir para birimi bu faizden daha hızla değer kaybediyorsa, bu para biriminden faiz yatırımı yapmanın anlamlı olmayacağı açıktır. Dolayısıyla aslında faizler noktasında önemli olan faizlerin enflasyondan ne kadar yukarıda olduğudur. Bu sebeple de Şimşek Programı dış yatırımcıyı çekebilmek adına paranın değer kaybını sınırlamak zorundadır. Özetle, aslında Türkiye dışarıdan döviz elde edebilmek adına yabancı sermayeye kar garantisi vermektedir. Yüksek faiz oranları sunulurken eş zamanlı olarak Mehmet Şimşek süreli TL’nin değer kaybetmeyeceğini vurgulayarak faiz getirisinin enflasyon tarafından yutulmayacağının da sözünü vermektedir.[5]

Ücret artışları ve enflasyon ilişkisi

Bu programın emekçiler adına anlamı ise ekonomik daralma ve elbette yüksek enflasyonun faturasını üstlenmek olacaktır. Korkut Boratav’ın yaptığı bir araştırmaya göre enflasyon maaşlar arasında, anaakım ekonominin iddia ettiği seviyede bir ilişki en azından Türkiye özelinde yoktur. Zaten aslında maaşların enflasyonu itmediği aksine takip ettiğini düşündüğümüzde de bu gerçeğin farkına varabiliriz. Ana akım neoliberal iktisat ise maaşların bir üretim maliyeti olması sebebiyle artması durumunda son ürün fiyatlarını da yukarıya çekeceğini iddia etmektedir. Bu çok yüzeysel değerlendirildiğinde doğru olmakla beraber, bizzat TCMB’nin yaptığı değerlendirmeye göre asgari ücretlerde 2023 Temmuz’da gerçekleşen %34’lük asgari ücret artışının TÜFE’yi (yani temel tüketici enflasyon endeksini) sadece ortalama %3,5 puan yukarı çekeceği tahmin edilmiştir. Bu durumda Şimşek programının enflasyonun sebebi olarak maaşları görmesinin ve dış sermayenin karlılığı adına maaşlarda yaptığı kesintinin ideolojik boyutu açığa çıkmaktadır. Yine Korkut Boratav’ın hatırlattığı üzere, ana akım iktisadın gözden kaçırdığı bir diğer enflasyon sebebi ise inanılmaz hızla artan karlılıktır. Boratav’a göre 2015 yılından beri Türkiye’de karın payının arttığı görülmektedir ve bunun enflasyondaki etkisi ücretlerin üzerindedir. Enflasyonist dönemleri fırsat bilen sermaye karını gereğinden fazla arttırarak bunun sorumluluğunu enflasyona ve hatta maaşlara yıkabilmektedir. Dolayısıyla aslında Nebati döneminden miras kalan yüksek enflasyonu açıklamak için başvurulması mantıklı iki ana sebep, artan kurun maliyetleri artırması ile karlılıktaki inanılmaz artışlardır.[6]

Bu gerçek Mehmet Şimşek’i veya onun arkasında hizalanan sözde rasyonel ekonomistleri alakadar etmemektedir. Mehmet Şimşek enflasyonun faturasını tümüyle emekçi sınıflara kesmekte ve ekonominin bilimsel gerekleri adına maaşlara zam yapılmaması gerektiğini sürekli tekrarlamaktadır. Bu sayede hem dışardan sermaye için gerekli yüksek faiz sağlanırken hem de yüksek faizin yerli sermayedarları ezmesi emekten çekilen değerin iyice artması yoluyla önlenmeye çalışılmaktadır. Aslında bir nevi yabancı sermayeye Türkiye işçi sınıfının sürekli azalan payı sayesinde kar garantisi verilebilmektedir.

Bu yönüyle Şimşek Programı aslında Nebati Dönemi yüksek enflasyonu dolayısıyla ücretlerde yaşanan reel erimeyi kalıcılaştırmaktadır. Çünkü Nebati döneminde zaten gerçek enflasyonun altında kalan ve eriyen reel ücretler, bu sefer de kendilerinden bağımsız gelişen, hatta kendi paylarını sürekli azaltan enflasyonla mücadele bahanesiyle baskılanmaktadır.

Kamuda tasarrufun yükünü kimler taşımaktadır?

Krizin faturasının emekçilere ve yoksullara kesildiği bir diğer nokta da kamu tasarrufları üzerinden açığa çıkmaktadır. Enflasyonu düşürme yolu olarak maaşların baskılanmasına ek olarak sunulan diğer çözüm önerisi devlet harcamalarının kısıtlanmasıdır. Bu da eş zamanlı olarak gittikçe daha çok açık veren devlet bütçesinin dengelenmesini de sağlayacaktır. Devlet harcamalarının kısılmasının enflasyona etkisi ise sadece talebin azalması dolayısıyla ürünlerin ucuzlamasını sağlamak yoluyla gerçekleşebilir. Zaten enflasyonun talep artışı kaynaklı olmadığını, aksine artan karlar ve ithal ara malların kur dolayısıyla pahalılaşmasından kaynaklandığını açıklamıştık. Dolayısıyla maaşların baskılanmasına benzer şekilde kamu harcamalarında kısıtlamalar da,enflasyonun yükünü emekçilere çektirmek adına dizayn edilmektedir.[7]

Bu durum kısıtlanan kamu harcamalarına bakıldığı takdirde açığa çıkacaktır. Mehmet Şimşek açık açık büyük şirketlere yaptıkları devasa vergi aflarıyla övünürken (ki bunlar da teknik olarak kamu harcaması sayılabilir, çünkü aksi takdirde kazanılacak bir gelirden vazgeçilmesi durumudur), kısıtlamalar ve kemer sıkmak sosyal programlar üzerinden kitlelere biçilen görev haline gelir. Hâlbuki bahsedilen vergi aflarının yapılmaması durumunda, kitlelerden beklenen kemer sıkmanın sağladığı kaynağın çok daha ciddi miktarları kolaylıkla elde edilebilir. Ancak Şimşek Programı’nın artan karlar yoluyla zenginleşen sermayeden daha fazla vergi istemesini beklemek anlamlı olmayacaktır. Çünkü Şimşek Programı da, aynı Nebati Programı gibi Türkiye ekonomisin içinde bulunduğu kısıt ve kriz risklerine karşı sermayenin vermeye çalıştığı bir cevaptır.

Böylece aslında Şimşek Programı’nın emeğe vaadi, Nebati Dönemi’nde yaşanan gerilemelerin kalıcılaşması ve yeni normal hale gelmesi, üstelik enflasyon bahane edilerek var olan sosyal hizmetlerin dahi kısılmasıdır. Tüm bunların sebebi ise yabancı sermayenin ülkeye döviz getirmesi için bir kar garantisinin sunulması ve tabii ki de bu kar garantisinin olabildiğince yerli sermayeye dokunmadan sunulma çabasıdır. Şimşek Programı burjuvazinin emeğe karşı yürüttüğü savaşımın bir parçası olarak değerlendirilmelidir ve bu bağlamda nasıl sonuçlanacağı da emekçilerin ve sosyalistlerin mücadelesine bağlı olacaktır.

Kaynakça Yerine

Bu yazının yazılması sürecinde bizzat yeni bir argüman ortaya atmış veya istatistiklere bakarak güncel bir analizde bulunmuş değilim. Aksine başta konu hakkında çok detaylı ve bilgilendirici yazılar yazan Korkut Boratav, Ümit Akçay, Özgür Orhangazi ve Arif Koşar’ın yazılarından ve hepsini sıralamanın mümkün olmayacağı başka değerlendirme ve analizlerden yararlandım. Bu metinlerin bir kısmını yazının içerisinde ilişkili oldukları yerlerde dipnot olarak ekledim, ancak bunlar kaynak olarak yararlandığım yazıların tümü değil. Bu sebeple burada kaynakça yerine bölümünde, başvurduğum ve okunmasının yararlı olabileceğini düşündüğüm yazıları da eklemeyi uygun gördüm.

Ümit Akçay:

  1. “Akbabalar için parti başladı”, https://www.gazeteduvar.com.tr/akbabalar-icin-parti-basladi-makale-1693208
  2. “TL’ye hücum zamanı mı? I Konuk: Doç. Dr. Ümit Akçay I İrfan Aktan ile Dipnot”, https://www.youtube.com/watch?v=4Ae1nkb3GpE

Korkut Boratav:

  1. “Asgari Ücret Artışı ve Karlar”, https://haber.sol.org.tr/yazar/asgari-ucret-artisi-ve-karlar-378943
  2. “Orta Vadeli Program: Makro-ekonomik çerçeve”, https://haber.sol.org.tr/yazar/orta-vadeli-program-makro-ekonomik-cerceve-384243
  3. “Asgari Ücretler, enflasyon ve kârlar”, https://haber.sol.org.tr/yazar/asgari-ucretler-enflasyon-ve-karlar-388701

Arif Koşar:

  1. “Alternatif program: Sermaye düşmanlığı”,      https://www.evrensel.net/yazi/94677/alternatif-program-sermaye-dusmanligi
  2. “Özgür Demirtaş ve asgari ücret”, https://www.evrensel.net/yazi/95000/ozgur-demirtas-ve-asgari-ucret

Özgür Orhangazi: https://ozgurorhangazi.com/blog/ internet adresli bloğundaki yazıların 2020 ve daha geç tarihli yazıların tümü


[1] Türkiye ekonomisinin içerisinde bulunduğu yapısal sorunların ayrıntılı bir incelemesi Özgür Orhangazi’nin bloğunda bulunan “Yapısal kriz ve gidişat” yazısından faydalanılabilir, https://ozgurorhangazi.com/2021/11/11/yapisal-kriz-ve-gidisat/.

[2] Covid-19’un Türkiye ve dünya ekonomisine etkilerinin kapsamlı bir değerlendirmesi için bir kez daha Özgür Orhangazi’nin “Corona günlerinde dünya ekonomisi ve finansal piyasalar” ve “Corona günlerinde Türkiye ekonomisi üzerine birkaç not..” yazıları çok faydalı olacaktır.

[3] Türkiye ekonomisinin ithal ara ürün bağımlılığın, düşük faizler ile yüksek enflasyon ilişkisine sebep olduğu anlatısı (ve faizler ile kur arasındaki genel ilişki) Özgür Orhangazi’nin 3 yazıdan oluşan “Faiz-döviz meselesi” yazı dizisinde çok ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. https://ozgurorhangazi.com/2021/11/12/faiz-doviz-meselesi-1-cikan-kismin-ozeti/ ; https://ozgurorhangazi.com/2021/11/15/faiz-doviz-meselesi-2-dusuk-faiz-yuksek-kur-ise-yarar-mi/ ; https://ozgurorhangazi.com/2021/11/23/faiz-doviz-meselesi-3-sermayeler-arasi-savas-mi-ya-da-niyet-neydi-akibet-ne-olacak/

[4] İrfan Aktan’ın Ümit Akçay ile yaptığı ve YouTube’da ArtıTv kanalında yayınlanan röportajda kur artışının cari açığa etkileri çok detaylı bir şekilde tartışılmaktadır, bknz. https://www.youtube.com/watch?v=4Ae1nkb3GpE 

[5] Buradaki iddia Ümit Akçay’ın “Akbabalar için parti başladı” yazısında çok daha ayrıntılı bir şekilde ifade etmektedir. Bknz. https://www.gazeteduvar.com.tr/akbabalar-icin-parti-basladi-makale-1693208

[6] Enflasyon ile karlılık ve ücret artışları ilişkisinin daha ayrıntılı bir değerlendirmesi için Korkut Boratav’ın “Asgari Ücretler, enflasyon ve kârlar” ve “Asgari ücret artışı ve kârlar” yazılarından faydalanılabilir. Ek olarak Arif Koşar’ın “Alternatif Program: Sermaye Düşmanlığı” yazısında ücret artışlarında yapılan kısıtlamaların enflasyonu düşürmek için dahi neden çok anlamlı olmadığı açıklanmaktadır.

[7] Şimşek programının kamu harcamalarına etkisinin daha kapsamlı bir değerlendirmesi için Özgür Orhangazi’nin ““Kamuda tasarruf”un arkasında yatan gerçek” yazısına başvurmak faydalı olacaktır.

Yazar