Gençlik Yine Aldanmadı

Birkaç hafta öncesine kadar Z kuşağı her taraftan farklı şekillerde eleştirilirken bir anda buzu kıran bir öğrenci-gençlik hareketi ile karşı karşıya kaldık. Tarih tekerrür ediyor ancak aynı şekillerde değil, bu sefer daha şekilsiz ama şekillendirilmeye açık bir gençlik var önümüzde. Ancak belki de öfkesi hiç olmadığı kadar derin ve dipsiz…

Son bir haftadır sokaklar, bu “Gen-Z” denilen nesil sayesinde müthiş canlı, öfkeli, neşeli ve aynı zamanda militan. Tüm kolluk gücü şiddetine rağmen on binlerce genç sokaklara akıyor çünkü hiç olmadığı kadar yaşadıklarını hissediyorlar bu alanlarda.

Bundan bir süre önce gençliğin yeni formu tartışmaları yapıyorduk. Aydın ve entelektüel bir öğrenci gençlik kimliği, neoliberal politikalar sonucu yıllardır darbe üstüne darbe yiyordu. Sosyal hakları ellerinden alınmış, eğitim kurumları niteliksel olarak baltalanmış; sosyalleşebilecekleri, hayata dair sağlam bir politik ve eleştirel perspektif kazanabilecekleri tüm kolektif alanlar tasfiye edilmişti. Okurken çalışmak zorunda kalan, kendini gerçekleştirmeye ve gençliğini yaşamaya zamanı olmayan, yorgun, bitkin, kutuplaşmış ve nasıl bir toplumsal kategori olduğu belirsizleşmiş bir gençlik vardı karışımızda.

Bu kitle hakkındaki çoğu yorumdaki ortak yanlış, bu gençliğin apolitik olduğuna dairdi. Yeni nesil her şeyden biraz birazdı ama apolitik değildi, yalnızca örgütsüzdü. AKP’ye ve onun yarattığı topluma karşı oldukça öfkeliydi. Kendi içinde farklı şekillerde açığa çıkarttığı bir isyanı vardı, kendine güç ve güven odağı olarak alabileceği bir örgütten mahrumdu belki de…

19 Mart Sonrası

Kendiliğinden hareketin sağladığı yaratıcılık ve akış, eylemin öncülerini de aşarak 19 Mart’ta Beyazıt’tan Saraçhane’ye giden barikatları aştı ve CHP’ye bile kitlesel sokak hareketi çağrısını dayattı. ODTÜ’nün 20 Mart gecesi A1 kapısının önündeki amansız direnişi ve hemen o gece yaptığı boykot çağrısı, ertesi günlerde binlerce kişinin ODTÜ kampüsünün önündeki TOMA’ların üzerine yürümesinin ve birçok üniversitede de kitlesel bir boykotun yolunu açtı. Son 30 yıldır ülke böylesine topyekün bir boykot görmemişti. İstanbul’da 25 Mart’ta Beşiktaş’tan Saraçhane’ye, 26 Mart’ta ise Maçka Parkı’ndan Şişli Belediye’sine uzanan, 70 bin kişilik katılımcıya ulaşan ve saatlerce dinmeyen coşkulu yürüyüşlere sahneye olacaktı.

Toplumsal meşruiyetinin sarsıntısı, sokakta apaçık gözler önüne serildikten sonra iktidar da boş durmadı. Şafak operasyonları silsilesi ile yüzlerce arkadaşımızı gözaltına aldı, tutukladı, eve hapsetti. Öncüleri azaldıkça üniversiteler arası oluşan koordinasyon güç kaybetti ve en sonunda Cevahir AVM önünden başlayacak olan eylemin son anda iptal edilmesi ile moral üstünlüğünde sarsılma yaşadı.

Şimdi daha kaygılı ama daha temkinli, yeni yollar bulmak zorunda hissederek devam ediyor açığa çıkan bu hareket kendi sürekliliğinin yollarında. Onu bu şekilde bir anda parlatıp buzu kırdırtan da zaten üstüne karabasan çökmüş bir ülkede yaşamaktı ve hiçbir şey onu böyle yaşamaktan daha kötü hissettiremez. Ne tutuklanmak ne devlet şiddeti… Devam ediyoruz çünkü şu an yaşadıklarımızın hiçbiri eski hayatlarımıza dönmekten daha kötü değil. En azından savaşıyoruz, ses çıkartıyoruz, kendimizi geleceğine yön verebilecek özneler gibi hissediyoruz ve bu yüzden durmadan harekete çekiliyoruz.

Tehlike

Azımsayamayacağımız tehlikeler de yok değil karşımızda. Kendini muhalif olarak gösteren ancak ırkçı, cinsiyetçi, faşist slogan ve eylemlerle kitleyi bölmeye başlayan, daha çok Zafer Partisi’ne mensup olan gruplar da alanlarda aramızda. Devrimci-demokrat öğrencilerin kitleleri etkilemesini, kendine yaklaştırmasını, değerlerini sahiplenmesini engelemeye çalışıyor; kitleyi kendileri belirlemek istiyorlar. Ancak kendilerini ne kadar muhalif gibi gösterseler de dertleri adalet, özgürlük ya da sistemi değiştirmek değil. Onların derdi, gençleri bölmek, halkları birbirine kırdırmak, faşist bir kitle yaratmak.

Alanlarda devrimci ve faşist sloganların art arda atıldığını görüyoruz. Bu bizi yanıltmamalı. Sokakları dolduran on binlerce genç özünde ne faşist ne de devrimci. Çok büyük bir kısmı ideolojik olarak hiçbir netliğe sahip olmayan, özgürce yaşayamadığı gençlik yılları ellerinden kayıp giden, gelecek kaygısı ile dolup taşan öfkeli gençler. Geleceğin devrimcileri de olabilirler faşistleri de… Öfkesini boşalttıktan sonra çaresizce sıradan tüketiciler olup yeniden sürüye de katılabilirler… Kimin somut durumu iyi tahlil edebildiğine, doğru hamleleri tespit edebildiğine, bunları gerçekleştirebildiğine göre dönüştürebileceği bir kitle var karşımızda.

Ne Yapmalı

Parolamız basit: Örgütlenmek.
Ancak bunu eski formlarla yapamayacağımız, kendimizi aşmamız, buraya üst düzeyde komplike ve rafine bir yaratıcılığı dahil etmemiz gerektiği ayan beyan ortada. Yılların verdiği deneyim devlete farklı yıldırma ve bastırma şekilleri kazandırdı, o belki de bizden daha iyi öğrendi. Ancak bizim elimizde onlarda olmayan önemli bir koz var: Toplumsal meşruiyet ve kitlesellik. AKP iktidarı her on yılda bir kendi varlığına karşı toplumsal bir hareketle karşılaşıyor. Örgütsüz bir kalabalık örgütlü bir polis şiddetinin barikatlarını aşamıyor elbette.

Sadece kalabalık olmamız yetmiyor, gündelik hayatın normal akışını durdurmamız, bunu yaparken planlı ve organize olmamız gerekiyor. Kitlesel eylemlerin öncüleri olan öğrencilere yönelik operasyonlar varolan örgütsel düzeyi baltalamak içindi. Hepimiz birer öncüye dönüşmeden, elini taşın altına koymadan, farklılıklarımıza rağmen ortak hedeflerimiz için birlikte yürümeden istediğimiz geleceği kazanamayız.

Devrimci gençlik için ise en önemli şeylerden biri solcu büyüklerimizin bu topraklarda yıllardır başaramadığı şeyi, farklı kesimlerle ittifak olabilmeyi ve bu kolektif güçten yararlanmayı öğrenmemiz gerekliliğidir. O zaman şimdi biriktirdiği deneyimi geniş kitlelere yayan, şekilsiz kitleleri kapsayan, kapsamakla yetinmeyip dönüştüren, kolektif yapının ve onun hareketinin içinde kendisini sürekli yeniden oluşturup özneleşen bir gençlik yaratmanın formlarını bulmak zorundayız. Bunun reçetesi yok. Kişileri aşan, kolektif yapının ve hareketinin git gelleri içinde oluşturacağı kolektif bir çözüm bu. Uçlara savrulma lüksümüz de yok.

Radikallik estetik bir deneyim olmaktan çıkmalı bizler için. Gerektiği zaman hareketin hızını ve dozunu düşürmeli, zamana yaymalı, kitlelerin öğrenmesini sağlamalı, o zamanda örgütlenmeli ve örgütlenirken öğrenmeliyiz. Sürekiliği sağlayarak sürekli kazanımlar elde ettiğimizde radikal olacağız, o anın gerçekliğine uymayan gereksiz hamleler ardına saklandığımızda değil.

Öte yandan, rutinleşmiş ama günümüzün karmaşasına cevap olamayacak taktikler de şimdi hareket halindeki gençliği kapsayamaz. Hareketin karmaşası içinde olarak ve sürekli yeni hamlelerin önünü açarak çözüm gücü olabilmeliyiz. Uzun erimli bir mücadele perspektifine ihtiyacımız var. Taleplerimiz net olmalı, önceliklerimizi belirlemeli kazandıkça ve örgütsel düzeyimiz geliştikçe esas perspektifimiz doğrultusunda taleplerimizi geliştirmeliyiz. Belirsizlik günümüzdeki en büyük korku ve kaygı nedenlerinden biri. Bunu aşmak için kapsayıcı ve anlaşılır planlara ihtiyacımız var.

Önümüzdeki uzun bayram tatili herkesin kafasını kurcalar durumda. Ayaklanmamızın sönümlenmesine yol açacağı yönünde kaygılar anlaşılır. Biz ise bu boşluğu kendi lehimize çevirebiliriz. Şimdiye kadar yaptıklarımızı gözden geçirip ders çıkartmak, başka zaman ve mekanlardaki deneyimlerle kaşılaştırmak ve bayram dönüşüne sağlam planlar çıkartmak için kullanabiliriz bu zamanı. Akademik ve ekonomik boykotları belirli periyotlara oturtabilir, şu an için hala potansiyeli çok yüksek olan kitlesel sokak eylemleri için hazırlık yapabiliriz. Sosyal medya büyük sermaye tekellerinin algoritmalarına rağmen bizim tarafımızdan kullanılabilecek etkin bir araç olma özelliğini sürdürüyor, bunu iyi değerlendirmeliyiz.

Elbette tüm bunları yapabilmek, hem kendi örgütsel yapılarımızın hem de üniversitelerde ve üniversiteler arası kuracağımız koordinasyonların örgütlü gücünün artırılmasına bağlı. Gençlik yaratılmak istenen korku iklimine rağmen arayışta ve bu müthiş arayış kabına sığmayıp sokaklara taşıyor. Şimdi diyalektik bir çarpışma zamanı. Devrimci siyasal özne gençlikle karşılaşmalı, bu karşılaşmada kendini tanımalı, toplumsal öznesinden öğrenmeli ve dönüşürken dönüştürmeli, en sonunda ikisi de aynı potada eriyip bir olmalıdır.

Yazar