Kapitalizmin Krizleri İçerisinde Psikolojiye Bakmak

Psikoloji, insan zihnini ve davranışlarını anlamayı amaç edinmiş bir bilimdir. İnsan davranışını anlamak ve bu bağlamda insanların yaşamlarını iyileştirmek oldukça iddialı ve kapsamı geniş bir amaç. Gelin görün ki, kapitalizmin içerisinde olduğu krizleri ve dünyada günbegün yaşanan olayları düşündüğümüzde psikoloji bu iddianın altında ezilmiş durumda. Çünkü 21. yüzyılda insan yaşamının geldiği noktada toplumun büyük bir çoğunluğu çalışmak, daha çok çalışmak, buna rağmen yaşamdaki ideallerine ulaşamamak gibi bir sorunla karşı karşıya. İnsanı potansiyelini keşfetmede desteklemeye yönelik geliştirilmiş olan psikoloji kuramlarının ise bu noktada işlevini yerine getirebildiği söylenemez. Peki bu, şu anla sınırlı bir sorun mu yoksa psikoloji kendi içerisinde çıkmazları olan bir disiplin mi diye sorduğumuzda psikolojinin tarihsel gelişimine bakmak gerekiyor.

Güç İlişkileri ve Psikoloji 

Psikoloji, egemen sınıfların ve dönemin otoritelerinin hakimiyeti altında gelişmiştir. Psikolojinin bireylerin psikolojik iyi oluşlarını güçlendirmek gibi insancıl olan varoluş amacının, psikoloji tarihini incelediğimizde öyle gözüktüğü gibi olmadığını görüyoruz. Psikolojinin ve psikolojik olanın kuruluşunu sorgulamalıyız. Örneğin ikinci paylaşım savaşı sırasında, Amerika’nın askerler üzerinde kullanması için psikologlar tarafından zeka testleri geliştiriliyor. Bu testler sayesinde kimlerin gözünü kırpmadan insan öldürmeye uygun olduğun tespit edildiğini fark ettiğimizde psikolojinin her zaman göründüğü kadar masum olmadığı ortaya çıkıyor. Öte yandan psikolojinin işçilerin, kadınların ya da ayrımcılığa uğrayan ırkların psikososyal meselelerine dair bakışı oldukça sınırlı. Bugün psikolojinin bir alt alanı olan endüstri ve örgüt psikolojisi, çalışanlardaki motivasyon ve verimi artırma gibi konulara odaklanıyor. Oysa günde sadece bir sefer ve on dakika mola ile çalışan bir işçinin, çalışmaya dair motivasyonunu artırabilmek ne insanı ne de bilimsel. Kadınların her gün sadece kadın olduğu için tacize uğraması ya da öldürülme tehlikesiyle yaşaması, patriyarkal dünyada kadınlar için oldukça sıradanlaşmış bir stres kaynağıyken psikoloji kadınları histerik olarak etiketlemekle meşgul. Dolayısıyla psikolojinin, tıp biliminin erkek egemenliği ile iç içe geçtiği gibi, döneminin güç ilişkileri tarafından belirlendiğini unutmamamız gerekiyor. Kan, kıyım ve işkence üzerine kurulan bir bilim psikoloji, ana akım psikoloji ise bu gerçeklerle hesaplaşmaktan oldukça uzak.

Psikolojik Sorunlarının Tek Sorumlusu Birey midir?

Psikoloji, bireyi toplumun içinden çekip alıp, bireyin “sorunlu” yanlarını düzeltmek ister. Ama bireyin geliştirdiği psikopatolojilerin ya da zorlanmaların, içerisinde yaşadığı toplumsallıktan ayrı olmadığını görmez. Sosyal psikoloji bir nebze de olsa birey ve toplum ilişkisini irdeler, ama psikolojinin geneline hakim olan alan klinik psikolojidir ve böyle bir perspektifi ne yazık ki hiçbir zaman olmamıştır. Klinik psikoloji kapitalizmin en yoğun hakimiyeti altına aldığı ve psikolojinin en piyasalaşmış alanı. Psikolojik olarak sağlıklı insanın tanımı genellikle kişinin günlük rutinlerini sürdürebilmesi, çalışabilmesi ve sevebilmesi üzerinden kurulur. Feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde yasaklanan aylaklık pek tabii psikolojinin de “sağlıklı” görmediği bir durum. Bireycilik, çıkarcılık, rekabet etmek, bitmek bilmeyen bir çalışma düzeni ve geri kalan zamanda tüketmek kapitalizmin yarattığı insanın en önemli özellikleri. Dolayısıyla kişi bu vahşi rekabet ortamında ayakta kalamıyorsa, bitmek bilmeyen bir tüketime dayalı sistem içerisinde psikolojik sağlamlığını koruyamıyorsa bu kişinin kendi güçsüzlüğünden kaynaklanır. Her şeyin sorumlusu bireydir, dolayısıyla terapi odaları da bireysel sorunlarımızın çözümü için vardır. Böylelikle tedavi olup sistemin bir parçası olmaya ve hiçbir rahatsızlık duymadan, duyuyorsak da bunu çeşitli telkinlerle çözerek, rutinimize devam edebiliriz.

Psikopatolojik Olan Politiktir

Psikoloji ruhsal sorunlarımızı tanımlar. Psikolojik hastalıklar nöroloji temellidir ve uygun koşullar oluştuğunda semptomlar ortaya çıkar. Psikoloji biliminin temel dili klinikleştirme, patolojikleştirmedir. Yani sebebini bilmediğiniz biçimde yaşadığınız yoğun ve sürekli kaygılar sonucunda psikiyatriste gittiğinizde dakikalar içerisinde anksiyete bozukluğu tanısını almanız oldukça olası. Evet, yaşanılan sorunu tanımlamak ve isimlendirmek bu sorunu çözmek için önemli bir adım, ama insanlar neden depresyona giriyor? Depresyonun toplumsal koşullarını değiştirmek ve kimsenin depresyona girmeyeceği bir toplumsallık nasıl inşa edilir, bu sorulara yanıt vermediği ölçüde psikoloji kapitalizmin bir sonucu olan yabancılaşmanın sürdürücüsü olacaktır. Depresyon kapitalizmle neredeyse aynı yaşta olan bir hastalık. Kişinin yataktan kalkacak gücü kendinde bulamadığı, yoğun suçluluk duygusu yaşadığı, iradesinin tamamen sakatlandığı bir durum. Modern öznenin yabancılaşmasının en ağır sonuçlarındandır depresyon. Depresyonun ve iyi hissetmenin politikasını yapmaya ihtiyacımız var. Çünkü depresyon insanı dibe çeken, güvencesizlikten ve apolitiklikten beslenen bir hastalık ve çok güçlü. Depresyonun politik olduğunu söylemek, bunun sadece sistemi değiştirmekle çözüleceğini iddia etmek değil. Ama depresyonu nörolojik olduğu kadar politik sebepleriyle de ele almak zorundayız. Yoksa 2023 yılında 3 milyon 580 bin 833 kutu artarak 65 milyon 451 bine ulaşan antidepresan kullanıldığı gerçekliğinin karşısında kalakalırız. İlaç endüstrisi insanın en zayıf ve kırılgan noktasından zenginliğine zenginlik katıyor. İnsanları kutu kutu ilaca boğarak iradelerini felç eden kapitalizme karşı koruyucu, önleyici bir sağlığı inşa etmeliyiz.

Siz de Kişisel Olarak Gelişemeyenlerden misiniz?

Psikolojinin politikasını yapamadığımız ölçüde kapitalizm kişisel gelişim masallarıyla bize sahte bir çıkış yaratmaya çalışıyor. Pozitif düşünmenin ya da anda olmanın getirdiği spot etki ne yazık ki iyi hissetmenin kalıcı bir çözümü olamıyor. Psikolojik iyilik haline sahip olmak oldukça sınıfsal, bunu yoksulların kamu hastanelerinde tedavi görürken zenginlerin yaşam koçlarıyla bir yanılsama içerisine girmesinden görebiliriz. Kişisel gelişim safsataları, kapitalizmin yarattığı yıkımı görmemizin önüne çekilmeye çalışılan bir perde görevi görüyor. 

Psikoloji ve Özgürleşme


Komünizm, insanla doğa arasındaki ve insanla insan arasındaki uyuşmazlığın, çelişkinin, varoluşla özün, nesneleşmeyle özneleşmenin arasındaki çekişmenin gerçek çözülüşüdür diyor Marx. İnsanın öz doğası bozulmaya başladıkça, kendi ideali ve gerçek yaşam arasındaki açı genişledikçe yabancılaşıyoruz, potansiyelimizden uzaklaşıyoruz. Kapitalizm bizde önce kaygı yaratıp ardından o kaygının sektörünü yaratıyor. Bunun karşısında özgürleştirici bir psikolojiyi inşa etmemiz gerekiyor. Komünizm insanın zengin potansiyelini açığa çıkarmayı hedefler, zamanı serbest bırakır. Oysa bugün zamanımız da hayallerimiz de zincirlere vurulmuş durumda. Psikoloji parçaları görür, ama aslolan bütünü görmektir. Hastalık algısını yok etmeli, sistemin insanı güçsüzleştirdiği her alanı politikleştirmeliyiz. Sistem herkesi kendi evine ve duvarlarına hapsediyor. Terapiyi ve psikolojik hastalıkları politikleştirdiğimiz ölçüde, kolektif bakım ve güçlenmeyle yeniyi inşa edebiliriz. Psikopatoloji zihinsel ve dolayısıyla bireysel bir süreç evet, ama bizim bu bireyselleştirmeyi ve kişilerin iradesini tutsak edilmesini konuşmamız gerekiyor. Dayanışma, kolektif alanlar yaratmak, duygularımızı tanımak, sorunlarla baş etme kapasiteleri geliştirmek ve bolca emekle yıkıntılar arasından çıkabiliriz. Politik ve eleştirel psikolojinin görevleri tam da bunlar… 

Yazar