Bu yazıyla amacımız kayyum atamalarının tarihsel ve toplumsal çerçevesini çizdikten sonra günümüzde faşist kurumsallaşma hamleleri kapsamında kayyum pratiğini anlamlandırabilmek.
Kayyum atamaları 2016’dan bu yana daha fazla yoğunlaşmış ve gündemimizde yer ediyor olsa da hayata geçirdiği uygulamalar bağlamında çok daha eski bir devlet hafızasına yaslanır.
Osmanlı’da Umumi Müfettişler ile Günümüz Kayyumları Arasındaki Tarihsel Bağlar
Osmanlı İmparatorluğu, Tanzimat Dönemi’nden itibaren merkezîleşme politikalarını güçlendirmek amacıyla bir dizi uygulamayı hayata geçirdi. Bu uygulamaların başlıca hedefi, yerel yönetimlerde merkezi otoritenin etkisini arttırmak ve yerel direnişlerin önüne geçmekti. 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ve sonrasında 1856’da Islahat Fermanı ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu, Batılılaşma ve modernleşme adı altında merkezileşme çabalarına hız verdi. Merkezden yürütülmeye çalışılan otoriter yönetim karşısında başta Kürtler olmak üzere farklı azınlık halklar isyanlarda bulundu. Çünkü merkezileşme çabaları temelinde yerel beyliklerin ve aşiretlerin özerkliklerini ortadan kaldırarak merkezi bir devlet yapısı inşa etmeyi hedefliyordu. 19. yüzyılın son çeyreğinden cumhuriyetin ilk dönemlerine kadar merkeziyetçi devlet yapısı, umumi müfettişler aracılığıyla inşa edilmeye ve merkezileşme süreci bu vesileyle garanti altına alınmaya çalışıldı.
Bu müfettişlerin görevi, bölgede Kürtçenin kullanımı, Kürt kimliği ve yerel yönetimlerle ilgili raporlar hazırlamak ve yerel yöneticilerin Osmanlı Devleti’ne sadık olup olmadıklarını raporlamak, devlet otoritesini zayıflatabilecek herhangi bir isyan hareketini çok önceden bastırmaktı…
Yeni Cumhuriyetin Kürdistan’a Bakışı
1921 Anayasası ile birlikte yerel yönetimlere dair bakış kısmi anlamda da olsa daha pozitif bir nitelik taşıyacak gibi gözükmüştü. Ancak 1923’te cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından yenilenen 1924 Anayasası ile Osmanlı’nın merkezileşme bakışı geri gelirken yeni rejim buna bir de Türkleştirme politikalarını ekleyecekti.
Yeni kurulan Kürdistan bölgesine bakış biçiminde Kürt halkının tepkilerinin de önemli bir etkisi olduğunu vurgulamak gerekli. Yeni kurulan ulus devlet projesine karşı çıkan ve asimilasyonu reddeden bölge halkının varlığı, 1925 Şeyh Said İsyanı ile kendisini göstermişti. Bu isyan ile varoluşsal bir tehdit yaşayan Türkiye devleti, Kürt halkının asimilasyonun kolayca başarılamayacağını anlayacak ve bölgede kullandığı şiddeti ayrı bir seviyeye çıkartacaktı. Fakat buna rağmen Kürt İsyanları, Ağrı’da ilan edilen Ağrı Cumhuriyeti, Dersim İsyanı gibi çeşitli şekillerde kendisini sürdürdü.
Şeyh Sait İsyanının bastırılmasının ardından1927’de çıkarılan Umumi Müfettişlik Kanunu, Kürdistan bölgelerini merkezi denetim altında tutmak için kullanıldı. Bu sistemle birlikte müfettişler, Kürt kimliğinin inkârı ve Türk kimliğinin pekiştirilmesi için görevlendirildi. Kürtçe konuşmak yasaklandı hazırlanan raporlar ile bölgenin Türkleştirmeye uygun olmadığı aktarıldı ve bu kapsamda acil önlemler alınması gerekliliği aktarıldı. Bu bağlamda Kürtler ve diğer azınlık halkların Türkleştirilmesi kapsamında birçok imha uygulaması hızlıca hayata geçirildi.
Günümüz Kayyum Pratikleri
Tarihsel ve toplumsal arka planı ile baktığımızda kayyum uygulamalarının, Osmanlı’dan beri süregelen, merkezi otoriteyi yerleştirme ve direniş hareketlerini bastırma pratiği ile olan devamlılığı çok açıktır. Bölgede tarihsel bir kökeni olan öz yönetim anlayışı, Türk kimliğinin dayatılma çabasına karşı önemli bir direniş potansiyeli taşımaktadır. Bu sebeple, Türkiye devleti kurulduğu günden itibaren bölgenin özyönetimine müdahale etmiş, asimilasyona karşı duran ve Kürt halkının talepleri doğrultusunda politikalar üretmeye çalışan yerel yönetimleri baskılamıştır. Osmanlı’nın umumi müfettişlik sistemine benzer bir şekilde merkezi otoritenin yerel yönetim üzerindeki kontrolünü arttırma ve yerel kültürel talepleri bastırma amacı güdülmektedir.
Günümüzde uygulanan kayyum pratiklerini de bu bağlamda kavramak gerekir. Zaten kayyumların göreve geldiği anda gerçekleştirdiği politikalar da bunu ispatlamaktadır. Kayyumların ilk yaptıkları şeyin, Kürtçe tabelaları kaldırmak ve anadil hakkı bağlamında yaratılan bütün farkındalıklara ket vurmayla devam ettiğini görebiliyoruz. Kültür merkezlerinin, parkların, sokakların isimleri değiştiriliyor ve buralara Osmanlı’dan devralınan tekçi, mezhepçi politikalara yakınlığı ile bilinen isimler veriliyor. Erken Cumhuriyet dönemi uygulamalarına ek olarak İslamcı uygulamaların devreye sokulduğunu ve Türkleştirmenin, Türk-İslamcı bir bağlamda yeniden uygulanmaya çalışıldığını görüyoruz.
Özetle, yeni atanan kayyumların temel hedefinin yerel iradenin gaspı olduğunu tespit edebiliriz. Zaten atanmalarının ardından adeta bölge fethedilmişçesine belediye binalarına asılan büyük bayraklar da, bu iktidar değişiminin arka planında yatan motivasyonları bizlere göstermektedir.
Kayyumlar ve Türkiye’de Faşistleşme
Şimdi yazımızın bu kısmında, kayyum atamalarının faşistleşme sürecindeki rolünü, kadın kazanımlarına yönelik saldırılarla ve neoliberal politikalarla olan bağlantısını inceleyeceğiz.
31 Mart 2024 yerel seçimlerinde DEM Parti, 3 büyükşehir, 7 il, 58 ilçe ve 10 belde olmak üzere toplam 78 belediye kazandı. Elbette bahsetmiş olduğumuz güncel ve tarihsel ihtiyaçlar Kürtlerin kazanmış oldukları belediyelere saldırıyı seçimin ilk günlerinde devreye koydu. Üstelik bir yandan devam eden barış görüşmeleri sürecinde, yerel iktidarların gaspının hız kesmeden devam ediyor olması da, merkezi otorite açısından yerel iktidarların yarattığı tehdidi bizlere ispat etmektedirler.
AKP-MHP iktidar koalisyonu, uzun süredir faşizmin kurumsallaşması kapsamında, toplumsal muhalefetin tüm alanlarına yaptığı hamlelerle faşizmi kalıcı hale getirmeye çalışıyor. Bu kapsamda kayyum uygulamaları özel bir yer tutuyor. Kayyum atamalarının hayata geçirilme süreci de, faşizmin kurumsallaşmasını destekleyerek çok yönlü hamlelerle devreye sokuluyor.
Bugün, faşist kurumsallaşma sürecinin önünde birçok engel görüyoruz. İşçi direnişleri, Kürt halkının yüzyıllardır sürdürdüğü özgürlük mücadelesi, kadınların sadece hayatta kalabilmek için yürüttüğü mücadele, gençlerin belirsizlik ve geleceksizlik kıskacında yeni bir yaşam kurma iradesi gibi örnekler, faşizmin kurumsallaşması önündeki bu barajlardır. Bu engellerin en kitlesel ve örgütlü olanı ise Kürt halkının iradesinin gasp edilmesidir. Bütün toplumsal dinamiklerin denetim altına alınması, nefessiz bırakılması ve moralsizliğin yaratılması, faşizmin kurumsallaştırılmasında çok önemli bir yerde duruyor.
İktidar bu uygulamalar ile adeta, bir barış süreci sürdürülecekse de bu benim istediğim şartlarda yapılacak düşüncesini dayatmaya çalışıyor. Barış sürecinin yaratabileceği güç kayıpları ve faşizmin kurumsallaşma sürecindeki gerilemelerin en baştan önlenmesinin hedeflendiğini gözlemlemek gerek. Bu nedenle, kayyum atamalarını yalnızca Kürt halkının seçme ve seçilme iradesine yönelik bir saldırı olarak ele almak yetersiz kalır. Faşizmin kurumsallaşması için en temel insan haklarının bile ortadan kaldırılması, yasasızlığın ve kuralsızlığın olağan hale getirilmesi gerekiyor.
Kayyum politikaları, aynı zamanda kadın mücadelesinin kazanımlarının geriletilmesinde bir araç olarak kullanılıyor. Atanan kayyumların ilk icraatlarının, kadın düşmanı politikaları hayata geçirmek olduğunu görüyoruz. Kadın mücadelesinin kazandığı eş temsiliyet hakkı fiilen gasp ediliyor. Kadın danışma merkezleri, sığınma evleri ve toplumsal cinsiyet eşitliğini hedefleyen projeler, kayyumlar tarafından kapatılıyor veya işlevsiz hale getiriliyor. Faşist kurumsallaşmanın bir ayağı olan patriyarkanın güçlendirilmesi, kayyum uygulamaları aracılığıyla yerelden merkeze kadar destekleniyor. Kadınlar, her koşulda yürüttükleri özgürlük mücadelesiyle engellenmeye ve kazanımları gasp edilmeye çalışılıyor. Bu uygulamalardan sadece birkaçını sıralamamız kayyuma karşı direnişte kadınların öncülük etme gerekçelerini hızlıca anlaşılır kılacaktır.
- Batman Belediyesi Kadın Politikalar Müdürlüğü, Sosyal İşler Müdürlüğüne bağlandı.
- Mardin Büyükşehir Belediyesine bağlı Kadın Daire Başkanlığına erkek memur atandı.
- Mersin Akdeniz Belediyesine atanmış olan Kayyum, kadın daire biriminin başına bir erkek atadı ve birim hızlıca işlevsiz hale getirildi vs.
Benzeri kadın düşmanı politikaların, bir başka irade gaspı örneği olan üniversite kayyumlarında da gözlemek mümkün. Benzer şekilde üniversitelere atanan kayyumların da ilk hedefleri CİTÖK (Cinsel Tacizi Önleme, Eğitim ve Destek Koordinatörlüğü) ve benzeri kurumların işlevsizleştirilmesi veya kapatılması olmakta. Bu uygulamaların arka planında, aynı Kürt Özgürlük Hareketi gibi iktidarın otoritesini tehdit eden kadın hareketinin kazanımları ve gücünün kırılmasının hedeflendiği açık.
Ayrıca, kayyumların icraatları arasında kapitalizmle uyumlu bir yerel yönetimin devreye sokulduğunu da görüyoruz. Kayyumların atanması ile birlikte belediyelerin sosyal hizmetlere ayırdığı bütçeler engelleniyor, kamusal kaynaklar özel sektöre yönlendiriliyor ve kamu hizmetlerinin özelleştirilmesinin önü açılıyor. Kayyumun ilk icraatları arasında, muhalif sendikalara üye olan belediye çalışanlarının işten çıkarılması ve yerlerine yandaş kadroların getirilmesi yer alıyor. Kısacası, kayyumun bir görevi de sermayenin ihtiyaçlarını referans alan bir işleyişi hayata geçirmek oluyor. Belediyeye ait binlerce dönümlük araziler iktidara yakınlığı ile bilinen kişilere yok pahasına satılarak halka ait imkanlar gasp ediliyor, kayyum atandıktan sonra belediye kaynakları ve gücü yolsuzluklar ve devasa gasp süreçlerine alet ediliyor.
Tüm bu çerçeveye baktığımızda, kayyum siyasetine karşı yürütülecek mücadelenin, Kürt halkının öncülüğünde ancak işçi sınıfı, kadın hareketi ve tüm toplumsal muhalefetle bağ kuran bir zeminde ilerlemesi gerektiğini söyleyebiliriz. Faşist kurumsallaşma hamlelerinin çok yönlü ve kapsamlı saldırıları karşısında, bütün toplumsal hareketlerin bu mücadelenin yanında yer alması ve bir biçimde katkı sunması hepimizin sorumluluğundadır.
İlk olarak Özgürlükçü Gençlik Dergisi 2025 Bahar Sayısı’nda yayınlanmıştır.