Hayvan Hapishaneleri Kapatılsın

Tüm türler egemenlerin keyfi olarak kurdukları baskı, kontrol ve sömürü mekanizmaları yüzünden yaşamlarından çalınanlarla yaratılan bu distopik zulüm merkezlerine mahkum edilmiş durumdalar.

Tutsaklık, kısıtlamalar, dışlanmışlık, yalnızlaştırma, karşılanmamış ihtiyaçlar yelpazesi, işkenceler ve varolduklarından ölümlerine kadar süren çoklu sömürü ağında ağır bir yaşam.

Hayvanları düşmanlaştıran politik kötülüklerle beraber hâli hazırda gergin olan toplumun geneline sirayet eden tahammülsüzlükle baş etmek bu dönemde hayvan özgürlükçülerini çok zorladı. Depremzede hayvanlar, hayvan hapishanelerindeki tutsaklar, barınak adlı soykırım kamplarındaki sokak hayvanları hepsi yoğun işkence altındaydılar. Ve çoğunun durumlarının takibini yapmak mümkün olamadı.

Hayvan Hapishaneleri Kapatılsın Platformu olarak tüm türler için verdiğimiz mücadelenin sürmesinde bize umut olması ve hayvanları duygudaşça anlama çabamızı anlatmak için bu gözlem yazısıyla katkı sunmak istedim.

Kentler ve modern hayvan hapishanelerinin doğuşu arasında güçlü bir bağ var. 1828’de kurulan Londra hayvanat bahçesi de bunun dünyadaki ilk örneği. Metropol veya kent kimliklerinde yönetimlerin yaratmaya çalıştıkları dize getirilmiş, evcilleştirilmiş, insana bağımlı kılınmış, vahşiliği ve kaotikliğinden eser kalmamış hayvan ve doğa manzaralarıdır. Türkiye’de de bu hayvan hapishanelerinin kuruluşunda Kemalist modernleşme ideolojisiyle beraber türcü hâkim insan anlayışı ve sterilize edilmiş kentin, kentli medeni toplumunun güvenli sosyal aktivitelerinden birini yaratma aklı vardır. Tarsus’taki hayvan hapishanesi ve diğerleri de Atatürk’ün Ankara’da açtığı Türkiye’nin ilk esaret merkeziyle aynı aklın, vicdansızlığın ürünüdür. Biri yeni kurulan Ankara başkentinin, diğeri de bölgesel ticari merkezlerden hinterlandı geniş bir liman kenti olan Mersin’in ve halkının sosyal gezi ve eğlence aktivitesi için mahkum edilmiş hayvanlardan oluşan esaret merkezidir. Gaziantep’te en büyük sömürü merkezi olması dolayısıyla sahibi belediye ve diğer kurumlar için turistik büyük bir gelir kaynağı. Tabi bu yerlerin kuruluşundaki orman talanıyla da hem hayvan hem doğa sömürüsü üzerinden rant elde ediyorlar. Gaziantep’teki Burç Ormanı mesire alanına çevrilmiş durumda, geri kalan kısmına da hapishane inşa edilmiş durumda. Tarsus’da da benzer bir durum söz konusu. Son dönemde de içerisine verdikleri ihale sonucunda Doğa Kafe adlı bir işletme açılmış oldu.

Hiçbir sömürü tek boyutlu değil. Ve çocuklar da bu esaretin, bu zulüm merkezlerinin travmatik tanıkları olabiliyorlar.

Çocuklara da bu hiyerarşik ilişkilerin bir parçası olmasını dikte ederek onları bu zulüm merkezlerine getirmek ve onca acı görüntüyü izlettirmek çocuk istismarıdır. Bu hayvan hapishanelerinde çocukları hayvanların sırtlarına bindirerek hayvana tahakkümü ve eziyeti normalleştirmeye çalışan ebeveyn, öğretmen veya idarecilerle karşılaşmaktayız. Bu insanlar yaşam ihlallerinden bihaber olmakla beraber, bunca ihlaller silsilesinin içerisinde; örtük veya açıktan aslında çocuklara hayvanları nasıl tâbi kılacağını ve üstü, efendisi olacağını öğretiyorlar.

Çocukları minyatür at olarak adlandırılan bu canlıların sırtlarına bindiriliyor çoğunlukla.

Esaret merkezindeki hayvanları görmeye gelen ziyaretçilerin fotoğraf çekmeleri, flaş ışıkları patlaması, hayvanları işaret ederek bilinçli veya bilinçsiz tehdit mesajı vermeleri, bağırışlar, kafese yemek atmalar gibi eylemlerin hepsi hayvanları psikolojik ve fiziksel olarak çok olumsuz etkilemekte ve duyusal örselenmeye yol açmakta.

Hayvanlar esaret altında kronik stres, artçı psikolojik şok, travmalar sonucu ileri geri yürüme, daireler çizme, aşırı kaşınma(tüylerini döküp yaralayacak kadar) kendine zarar verme, dışkı yeme, kusma, kafesteki elektrik kaçağı yüzünden sürekli tetiklenme gibi anormal tekrarlayan davranışlar gösteriyorlar.

Tavuk ve Horoz Pazarı

Hayvan hapishanesindeki yoldaşlarımız için çıktığımız yolda tavuk pazarları gibi başka esaret merkezi ölüm kamplarıyla da karşılaştık. Tarsus’taki Kırkkaşık Tavuk Pazarı da bunlardan biriydi.

Mersin merkezde de Muğdat Cami gibi kutsal mekanlarda adak olarak yine tavukların daracık kafeslerde tutulduğunu gördük…

Tavuklar ve horozlar 1900’lere kadar kent merkezlerinde ve bugün de bazı kırsal yerleşimlerde hep sosyal yaşamın içindeydiler. Bugün pek çok yerde bu canlılar kafeslerde satışa çıkarılıyor, eğlence aracı veya adak olarak katlediliyorlar. Hatta tavuk pazarı gezmek sosyal aktiviteye dönüşmüş durumda.

Hayvanlara zulmederek üzerlerinden para kazanan ve inandıkları dini bahane gösterseler dahi, ki İslam dininde de tavuk ve horoz kesmenin adak olamayacağı açıkça belirtilmesine rağmen, sırf hayvan üzerindeki hâkim konumunu pekiştirmek için hayvanları katleden bu toplumun hayvan özgürlükçü bilinci tanıması için bu yerlerin yasaklanması, kapatılması gerekiyor. Hayvanları yaralı bir şekilde ölüme mahkum ettiklerinden ve kamu sağlığını tehdit ettiğinden dolayı bu kişi ve kurumların cezalandırılması gerekiyor. Ama bu ne Tevratçı göze göz dişe diş ruhuyla ne de hayvan yaşamlarını değersiz gören türcü devlet aklının göstermelik para cezasıyla olmamalı.

Tür eşitlikçi ve özgürlükçü bir anlayışı toplumsal dönüşümle, tüm türleri kapsayan ve sonuna dek koruyan bir hayvan hakları yasası ve sokak mücadelesiyle inşa edebiliriz.

Albert Memmi’nin kitabında yazdığı “Sömürgecilik sömürgeciyi yarattığı gibi sömürgeleştirileni de yaratır” sözündeki gibi gerçekten. Yani büyük broyler tavukları da süs tavuğu denilen türler de diğerleri de modern insan üretimi. Ve genetik mühendislikle yaratılan bedenleri onlara yük oluyor, acılı bir yaşam sürüyorlar.

Hayvanlar bizim kültürel kaprislerimize, hurafelerimize, sayısız stres kaynaklarımıza ve insan-merkezci ilgi alanlarımıza ayak uydurmak zorunda değiller. Hayvanların serbestiyetini tanımak, rahat, özgür, güvende ve neşeli oluşlarını sağlamak için çalışmalıyız. Ve bunu sağladığımız zamanlarda da oyunbaz bir köpekçe kutlamalıyız bence. Eko-faşist türcü ölüm iktidarının vites yükselterek saldırdığı her dönemde hem türlerin özgürlüğü hem de kendi psikososyal sağlığımız için yan yana gelişlerimizi daha dinamik bir mücadeleyi sürdürmek için artırmalıyız.

Bu hayvan hapishaneleri önünde eyleme gittiğimizde halkın tepkisi ve soruları bu sömürüye ne kadar yabancılaştıklarını ve bir yandan da biraz umursamaz olduklarını gösterdi. “Türkiye’de onca işkence ve bir sürü haksızlık varken hayvanların derdine mi düştünüz” lafını işittik. Ama bu tavrın her yerde böyle olduğu anlamına gelmiyor elbette. Biz bir yıl önce Doğanın Çocukları olarak Çekmeköy hayvan hapishanesine gittiğimizde otobüste mahallelilerden çok olumlu sözler duymuştuk: “Burada ilk defa bir eylem oluyor valla, her gün hayvanların bağırışlarını duyuyoruz. Geceleri acı acı bağırıyorlar adeta, umarım kapatılır. Yazık hayvanlara.” gibi sözler etmişlerdi.

Hayvan duyarlılığını sorgulama hadsizliğini gösterirken bir tür olarak kendimiz; hayvanlara olan duyarsızlığımızla, görmezden gelişimizle, bilmiyormuş gibi yapışımızla ve habersizmiş gibi davranışımızla yüzleşmeliyiz.

İstisnasız her türden pek çok hayvana uygulanan işkenceden, istismarlardan ve korkunç esaret koşullarından habersizmişiz gibi davranmayı bırakarak, bu şiddet döngüsünü kırmak mecburiyetindeyiz.

Türkiye’deki haksız yere hayatları çalınan binlerce siyasi tutsağın, gazetecilerin, emekçilerin, LGBTİ+ların arzuladığı özgürlük ne ise hayvanlarınki de bundan çok farksız değildir. Verdiğimiz özgürlük mücadelesinin eşit paydaşlarıdır hayvanlar da. İnsan tutsaklarla kurduğumuz duygudaşlığı, yoldaşlığı ve dayanışmayı tüm esaret altındaki türlerle de göstermeliyiz. Çünkü dayanışmamızın sınırı yok. Baskının ve korku salmanın bir dozu var ve her iktidar bunu kademeli kullanabiliyor, çünkü tutunamayacakları, kontrol edemeyecekleri ufacık bir anda otoriteleri sarsılıyor, zulüm iktidarları devriliyor. Kendi silahlarının ucu bir anda kendilerine çevriliveriyor. Bizim ise özgürleşme pratiklerimizin eşitlik mücadelemizin sınırı, dozu yok. Biz bu yüzden Hayvan Hapishaneleri Kapatılsın Platformu olarak farklı farklı mücadele alanlarından esir edilen hayvanlar için bir araya geldik.

“Birçok farklı kimlikten insan, bizler, birleştik ve bu işkenceye son vermek için, diğer hayvanlar için buradayız!” dedik.

7 Mayıs’ta Gabi ve Pili için, seyirlik tutsak edilen köleleştirilen tüm hayvanlar için oradaydık. Ve orada olmaya da özgürlük mücadelemizi tüm türler için sürdürmeye de devam edeceğiz.

Hayvanların İyileşme Sürecine Dair Talepler

1) Hayvan merkezli şefkatli bakım üniteleri kurulmalı.

2) Yaşam sonu bakımı hayatları boyunca sömürülen bu hayvanlar için ömürlerinin son günlerinde kurtarıcı bir rol oynuyor.

Darülaceze, huzurevleri veya kimsesizler oteli yalnızca insanlar için olmamalı. Hayvanlar ömürlerini, insanların saldırılarıyla, çokbiçimli istismar ve sömürüleriyle geçiriyorlar. Ve rahat, huzurlu yaşam hakları gasp edilen bu canlılar yaşamlarının son günlerini de hayvan hapishanelerinde tutsak geçirmemeli. Rehabilitasyonla, bireysel özel ilgi ve şefkatli bakımla iyi ve sağlıklı oluş halleri sağlanmalıdır.

Tarsus hayvan hapishanesinde de çoklu organ yetmezliği yaşayan yaşlı hasta iki eşek vardı. Bu hayvanların buruk ve acılı bu son günlerinde yaşam kalitesi yükseltilmeli, hayvan merkezli bakımla tedavi edilmeye çalışılmalı.

Devlet eliyle kişiye özel işkencehane açılmasına geçit verilerek Şiddet Tekeli (Monopoly of Violence) oluşumuna yasal izin verilmiştir. Hatta bu şiddet tekeline mafya tekeli de diyebiliriz, çünkü bu izinle açılan hayvan hapishanesinde mehter eşliğinde havaya ateş açılarak açılış yapıldığını biliyoruz. Uzun süredir devam eden devlet kriziyle beraber despotik rejimin hakimiyet kuramadığı her alanda yerine magandaların, faşist çetelerin, mafyaların geçip iş gördüğünü, “iş bitirdiğini” biliyoruz.

Hayvanları beslemenin engellenmeye çalışıldığı, zehirlemelerle katledildiği, köpeklerin gölgeleneceği tek bir ağacın dahi bırakılmadığı, tüm türlerin denek veya çeşitli biçimde nesneleştirildiği yaşam ve doğa düşmanı muktedirlerle ve (Burak Özgüner’in tanımıyla) “cinnet toplumu”yla mücadele ediyoruz.

Elektrik şoklu tasma üretecek kadar işkence fetişisti sömürgeci bir sistemde bunu kullanacak kadar da zalim kontrolcü bir türüz.

Hayvanlarla birlikte toplu bir iyilik hali ve türdeş bir sosyal örgütlenme için taleplerimizi netlemeliyiz. Hayvan hakları savunucuları olarak hayvan kurtarma iyileştirme veya ihlallerinin takibini yapmak için koştururken hayvanlara işkenceye dair yeterince politika geliştiremiyoruz bazen. Ama yine de yaptığımız bu hayvan hapishanesi eylemleriyle çeşitli baskı rejimlerinin, mikro-iktidarların “önce kendini kurtar da başkasına sonra el atarsın” sığlığına karşı mücadelemizi çok-türlü özgürleşme pratikleriyle sürdüreceğimizin mesajını veriyoruz ve vermeye de devam edeceğiz. Tüm zulüm merkezlerini işkenceyi teşhir edeceğiz. Yıllar içerisinde daha da güçlenen hayvan özgürlükçü bir toplumsal muhalefetle yine karşılarında olarak hesap soracağız.

Gaziantep Hayvan Hapishanesi

Gaziantep hayvan hapishanesindeki hayvanların ve esir tutuldukları kafeslerinin bakım ücretleri hayvanların satın alınma ihalesinin onda biri bile değil. Hayvanların metalaştırılmalarının ekonomi-politik bedeli; gerçekten esir tutuldukları bu yerde sömürülmeleri için onları yaşayan ölüler olarak hayatta tutacak temel ihtiyaçların karşılanması bedelinden kat kat fazla.

Birkaç yıl önce Gaziantep’teki hapishaneye bir fok esir edilişini kapsayan ihaleler 11,5 milyon TL’yi bulurken hayvan ve kafeslerinin bakım hizmeti 2 milyon 408 bin, hayvan ve kafeslerin bakımı 1 milyon 948 bin TL idi. Yani hayvanların acı ve zor koşullarını görmek ve bu zulümden vazgeçmek için bu parasal örneği vermeye gerek yok elbette, ama hayvan hapishanelerini sömürü merkezi yerine “işletme” olarak görenler ve bu zulüm merkezinin varlığını sorgulamayanlar bile bu yerlerin hiçbir meşru, vicdani, tutarlı, makul, etik bir yanının olamayacağını, bu hayvanlara hiçbir bakım verilmediğini ve verilemeyeceğini bu verileri göz önüne alarak dahi görmelidirler.

Bu esaret merkezine giden ziyaretçilerin bu yerlere ne kadar büyük para akışı olduğunu ve sömürüye ne denli ortak olduğunu görerek, bilince çıkarması gerekiyor.

Hiçbir meşruiyeti olmayan hayvan hapishanelerinin eğlence yeri; hayvanların da gösteri ve şov nesnesi olarak görülmesi aslında absürt muktedir aklın kendi gülünçlüğünü ve trajedisini göremeyişinin bir dışavurumudur. Çünkü bu ülkede ağlatarak güldürünün, trajikomedinin ve kara mizahın baş mimarı AKP iktidarıdır. Göstermelik hayvan hakları yasasıyla istismar endüstrilerinin devamlılığını sağlayan, hayvanlardan yana hiçbir olumlu değişiklikte bulunmayan, manipülatif kanunlarıyla kendi kendine çalıp oynayan bir akıl bu. Dalkavuklarından, sarayın soytarılarına, aktrollerinden, türlü türlü paralı şakşakçılarına ve bakanlarına kadar hepsi müthiş bir acınası gülüşü sonuna kadar hak ederler. Ezcümle AKP’nin bakanları, kayyumları, maharetli soytarıları, diğer ana akım siyasetlerle birlikte belediye başkanları varken; hayvan hapishanelerinin eğlence yeri olarak adının dahi geçmemesi gerekir diye düşünüyorum.

Hiyerarşik, siyasi veya sergisel şov odaklı sömürü merkezi bu yapılarda tahakküm/tabiyet ilişkisi tarafların kimliğini şekillendirir. Bunun somut yansımalarını barınaklara giden hayvan gönüllülerine saldıran esaret merkezi görevlilerinden görebiliyoruz. Gaziantep’te hayvan hapishanesi eylemi sırasında hapishanenin sözde veterineri ve müdürü olan Celal Özsöyler’in karşımıza polislerle geçerek alaycı gülüşünden sırıtışlarından anlayabiliyoruz.

Tarsus Hayvan Hapishanesi

Tarsus hayvan hapishanesindeki hayvanların çoğu doğa koruma ve milli parklardan gelmişlerdi. Tabi hepsinin geliş nedeni ve öyküsü farklı farklıydı. Pelikanlar ve çoğu kuş türü avcılık nedeniyle yaralı halde veya sonradan ampute edilerek gelmişler. Bir kısmı tele çarparak yaralanıp esir düşmüştü. Şahinler de yine tele takılıp buraya gelmişler. Tarsus’ta köylerden sürekli yaşlı eşek geldiği oluyormuş buraya. Köylüler bu hayvanları yıllarca sömürüyor ve işini göremeyecek duruma geldiğinde yani hastalandığında, yaşlandığında, sakatlandığında buraya veya bir dağ başına terk ediyorlarmış. Atlar da yine benzer kaderi paylaşıyorlar. Yaşlı veya hasta yarış atları buraya yollanıyor. Tabi çok küçük bir kısmı buralara gelen çoğu öldürülüyor ve cesetleri satılıyor.

Bu pelikan kanadından ampute edilmişti avcılık yüzünden.

Bu yaşlı dostumuz çoklu organ yetmezliğiyle ve gözündeki açık yarayla yaşam savaşı veriyordu. Gözündeki kana sürekli sinekler konuyordu.

Bu zor şartlarda dünyaya gelen yavru ve annesi. Bu yavru muhtemelen hayatı boyunca başı serbest bir biçimde bölgesindeki kırlarda özgürce gezip yaşam süremeyecek.

Esaret altındaki hayvanların olumsuz koşullarından dolayı yaşanan kaygı, stres, üzüntü ve acı dugusal bulaşmayla her birine yayılıyor. Her bir canlının içini çepeçevre saran bu duygular zaman geçtikçe katlanılamaz bir işkence boyutuyla zihinsel fonksiyonlarını da etkiliyor. Bunların bir kısmına; daire çizen çakalı, başı eğik bir biçimde ileri geri kafeste yürüyüp duran kurtları gözlemleyerek doğrudan şahit olabiliyoruz.

“Hayvanlar nasıl düşünür, İnsan ne görür?” kitabında da tutsak kurtların karşılıklı davranış mekanizmasına ve çatışmalarına dair gözlemler bulunuyor:

“Esaret altındaki 9 kurttan oluşan bir sürüyü (5 erkek 4 dişi) 633 saatin üzerinde bir süreyle gözlemleyen Pisa Üniversitesi’nden Giada Cordoni ve Elisabetta Palagi, her on bir dakikada bir, 3.344 çatışma kaydederler. Çatışmalar esaret koşulları altında hararetlenmiş olsa da etkili bir uzlaşı mekanizması olmaksızın sürüdeki her birey için hayati önemi olan uyumun sürebilmesini hayal etmek oldukça zordur.”

Dünyanın her yerinde, tarihin her döneminde ve bugünde bu canlılar hep yeryüzünün ötekileri konumunda olarak varkalma mücadelesi veriyorlar.

Bu coğrafyada türcülük sorgulanmadığı gibi hayvan esareti de görünmezleştiriliyor, görmezden geliniyor. Konyaaltı Belediyesi Antalya hayvan hapishanesinde uygulamalı hayvan kurtarma eğitimi yapıyor örneğin. Ceylanpınar’da bölge halkının, köylülerin koyunları köy sınırını geçti diye koyunlar TİGEM tarafından gözaltına alınıyordu.

Doğa ve canlıların yaşam alanları kimsesiz toprak değildir. Dolayısıyla istila ve ilhaka açık değildir. Habitatları vahşi yaşam alt geçitleri gibi yaratıcı yöntemlerle, birlikte yaşama açabiliriz.

Hayvanlar ve doğayla efendi kültürünü terk edip sürdürülebilir ilişkiler kurarak biyosfere bağımlılık esasıyla bir yaşam kurabiliriz.

Fare, maymun gibi bazı empati yönü kuvvetli türler türdeşleriyle dayanışma içerisine girebiliyor, yardımlaşarak yer yer destek sunuyorlar birbirlerine. Deney laboratuarlarındaki fareler diğer fareler için çabalıyor, bantta asılı kalan yoldaşını kurtarıyor. Hatta kurtlar da dahil bazı hayvanlar birbirlerini teselli ediyorlar. Esaret altındaki bu türlerin bazıları çok sosyal canlılar. Ve onların grup halinde değil de yalnız kalmaları da ayrı bir işkence yöntemi. Veganizmin ve hayvan özgürlüğü hareketinin fazla yayılamadığını görsek de empati kuran insan türüne nazaran bu ağır koşullarda dahi sürekli dayanışma gösteren bu canlıların bize umut olmasını diliyorum. Ve yaşam mücadeleleri umarım birçok insan tarafından da daha fazla empati dayanışma ve yoldaşlaşmayla destek bulur.

Ahlâkî pusulamız sonuna dek türlerin özgürlüğü ve eşitliğidir. Dayanışmayla mücadeleyle hayvanların özgür olduğu bir gezegene…

Tarsus hapishanesinden fotoğraflarla, rahatsızlıkla bitiriyorum…

Kaynakça

Hayvanlar Nasıl Düşünür İnsan Ne Görür?, Loic Bollache

Güncel Yazıları, Marc Bekoff 

Hayvan Hapishaneleri Kapatılsın Platformu Basın Açıklaması Metni

Şehir ve Hayvan, Der. Ayten Alkan

Yazar