Röportaj: Doğanın Çocukları’ndan Beyda Ceylan

1-Platform olarak kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Ekolojik, özgür bir topluma giden yol kapitalizmin dünya genelinde yarattığı yıkımın karşısında sınırları aşan, enternasyonalist bir “yeryüzü yurttaşlığı” inşa etmekten geçiyor.

Bizler doğanın, kapitalizm tarafından bir sömürü alanı olarak görülmesine ve yağmayla, talanla yok edilmesine karşı çıkan, mücadele eden üniversitelileriz; kızıl sincaplarız.

Her geçen gün bir avuç sermayedar zenginliklerine zenginlik katsın diye doğa, ormanlar, dereler, yaşam alanları, kamusal alanlar işgal ediliyor; içinde yaşama dair ne varsa kurutuluyor, katlediliyor. Bu ekolojik yıkım süreci, üniversitelerde üretilen bilimsel bilgiyle derinleştiriliyor. Bizler “Ekolojik Üniversite” talebini kampüslerden yükseltirken bilimsel bilginin ekolojik toplum hedefine hizmet etmesi gerektiğini düşünüyor, bunun için çabalıyoruz.

Bulunduğumuz illerde forumlar, söyleşiler, paneller, kamplar düzenliyor; eğitimler, okuma- tartışmaları yoluyla gezegenin içinde bulunduğu ekolojik yıkım sürecinin kâr odaklı kapitalist üretim biçiminden kaynaklandığı gerçekliğini bilince çıkarıyor ve ekolojik toplumun nasıl mümkün olabileceğini tartışıyoruz. Kazdağları’ndan Şırnak’ta kesilen ağaçlara, Karadeniz’deki derelerden kömür şirketlerine karşı direnen Luetzerath’a kadar dünyanın her yerinde doğaya ve yaşama yönelik saldırıların karşısındayız. Ekolojik, özgür bir topluma giden yol kapitalizmin dünya genelinde yarattığı yıkımın karşısında sınırları aşan, enternasyonalist bir “yeryüzü yurttaşlığı” inşa etmekten geçiyor.

2-Konferans çağrıcısı olarak beklentiniz nelerdir?

Konferansın, parçalı halde bulunan yerel örgütlenmelerin, tek tek bireylerin güçlerini birleştireceği, kimi tartışmaları tüketebileceği bir adım olarak görüyoruz ve başarılı geçmesini umuyoruz.

Ekoloji Hareketleri Konferansı; biyolojik çeşitlilik kaybının, kuraklığın, hava, toprak ve su kirliliğinin giderek derinleştiği bir dönemde gerçekleşiyor. Üstelik tüm bunlar yaşanırken her gün yeni bir maden sahası, OSB kurulmaya çalışılıyor.

Uludağ gibi zengin biyoçeşitliliğe sahip bir milli parkın Alan Başkanlığı kurularak betonlaştırılması önündeki engellerin bir bir kaldırıldığı, halihazırda 15 km boyunca talan edilmiş Akbelen Ormanı’nın yok edildiği, Bodrum’da mahkeme kararına rağmen inşaata devam edildiği bir gerçeklikte çok önemli bir noktada duruyor bu konferans. Türkiye geçtiğimiz Kasım ayında gerçekleşen COP 15’te korunacak doğal alanların 3 katına çıkarıldığı anlaşmaya imza atmasına ve gelecek dönemde konferansa başkanlık edecek olmasına rağmen doğa katliamına hız kesmeden ve hatta daha da ivmelendirerek devam ediyor. Bu rant ve talan iktidarının kendiliğinden doğa ve yaşamı koruyacak tek bir adım dahi atmayacağını artık herkes görebilir. Buna karşı ekoloji ve emek örgütleri, meslek odaları, sendikalar, demokratik kitle örgütlerinin birleşerek bu gidişata dur demesi gerekiyor. Dur demek yetmez; ekolojistlerin, doğa ve yaşam savunucularının kendini güçlendirerek politik bir özne olarak inşa etmesi ve kendini egemenlere dayatması gerek.

Halihazırda yerellerde birçok direniş devam ediyor; Uludağ’da, Akbelen’de, Validebağ’da doğa ve yaşam savunucuları oldukça güçlü bir iradeyle direniyor. Fakat bu irade ülke ve hatta dünya genelinde kendini egemenlere dayatacak ekolojik bir odak olmayışın sınırlarına dayanıyor. Parçalı olmasına rağmen dünya genelinde muazzam bir direniş sergileniyor.

Uzun senelerdir benzer vaatlerle halkları oyalayan anlaşmalar, sözleşmeler var. Bunlar kendi belirledikleri hedeflere kendi belirledikleri sürelerde ulaşmaktan dahi imtina eden, samimi olmayan hatta bizzat bu ekolojik duyarlılığı absorbe etmeye çalışan projeler.

Konferansın, parçalı halde bulunan yerel örgütlenmelerin, tek tek bireylerin güçlerini birleştireceği, kimi tartışmaları tüketebileceği bir adım olarak görüyoruz ve başarılı geçmesini umuyoruz.

3-Seçimlere giderken ekoloji hareketleri nasıl bir tutum almalı?

Demokratik Cumhuriyet de, seçimlere yaklaşırken siyasal taleplerini oluşturmak ve ortak bir tutum geliştirmek amacıyla yola çıkmış ekoloji hareketinin bu konferansta önüne koyacağı taleplerden biri olmalıdır şüphesiz.

İktidara talip ikinci ittifak olan 6’lı Masa’nın bileşenlerinden olan CHP’nin açıkladığı İkinci Yüzyıl Vizyonu’ndan da anlayabileceğimiz gibi restorasyoncu güçlerin de derdi doğayı ve yaşamı korumak değil, krizdeki sermaye için yeni kar alanları yaratmak. Bunu vizyon belgesinde Sürdürülebilir-Yeşil Kalkınma ve endüstriyel dönüşüm hedeflerinin sürekli tekrar etmesinden anlayabiliyoruz. Türkiye’nin yeni yüzyılda enerji üretim ve dağıtım merkezi haline getirilmesi; “yenilenebilir” enerji santrallerini ülkenin her yerinde arttırmak gibi söylemler tam da bunu gösteriyor. Ekolojik tahribatın esas kaynağı enerji santrallerinin yenilenemezliği değil üretilen ve tüketilen enerji miktarının aşırılığıdır. Yenilenebilirlik ise ancak bu bağlamda değerlendirilebilir. Doğanın meta olarak görülmesidir asıl sorun; günümüzde popüler olan kullanımıyla “yenilenebilirlik” ise karbon nötrlükle övünen yeşil aklama stratejisiyle doğa talanının şekil değiştirmesi, bir nevi yeşile boyanmasıdır. Çözüm ise doğanın bir sömürü alanı olarak değil, bizimle birlikte birçok canlı türünün içinde olduğu bir yaşam alanı olarak görülmesinde; ona zarar verenlerin, ekokırımda sorumluluğu olanların cezalandırılmasında ve paylarına düşeni ödemesinde; üretim süreçlerinde halkın söz sahibi olduğu ve halkın ihtiyaçları doğrultusunda belirlenen bir biçimde üretimin gerçekleşmesindedir.

Bu da bizi seçimlere giderken ekolojik anayasa talebini yükseltmenin ve bunu yapacak özneler olarak kendimizi iktidardakilere dayatmamız gerektiği gerçekliğine götürüyor. Ekolojik anayasa, doğanın bir hak öznesi olarak haklarının anayasa tarafından güvence altına alınmasını sağlar. Yani doğa kullanılacak, tüketilecek, rant elde edilecek bir kaynak olarak görülmekten çıkarılarak kendisine zarar vereceklere karşı anayasal güvence altında olan ve zarar verenlerin de cezalandırılacağı bir özne konumuna gelir. Yurttaşların doğaya yapılacak müdahalelerde merkezi ve yerel yönetimleri denetlemesi; yaşam alanları, kamusal alanlar üzerinde söz, yetki, kararın bizzat halka ait olmasını da içeriyor ekolojik anayasa talebi. Aynı zamanda, bu talebi yükseltecek öznelerin ekolojik anayasanın hayata geçebileceği Demokratik Cumhuriyet talebini de yükseltmesi gerekiyor. Halkın siyasete doğrudan müdahale etmesi ve kendini bir güç olarak siyasal ortama dayatması anlamına gelen Demokratik Cumhuriyet de, seçimlere yaklaşırken siyasal taleplerini oluşturmak ve ortak bir tutum geliştirmek amacıyla yola çıkmış ekoloji hareketinin bu konferansta önüne koyacağı taleplerden biri olmalıdır şüphesiz.

Röportaj ilk olarak Siyasi Haber’de yayınlanmıştır.

Yazar