Başka Bir Futbol Mümkün

Futbolun bugün şiddet, cinsiyetçilik, ayrımcılık kusan ve bunları meşrulaştıran haline bakmadan evvel, doğuşuna ve gelişim sürecine kısaca bir göz atmak gerekiyor.

Dünyanın en popüler spor dalı olan futbol, günümüzden yaklaşık iki bin yıl önce;  Çin’den Japonya’ya, Roma’dan Orta Amerika’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada açığa çıkmış. Ve binlerce yıldır o top yuvarlanmaya devam ediyor.

Modern anlamda ilk futbol kendini İngiltere’de, 17. ve 18. yüzyıllarda, yani Sanayi Devrimi’ne denk düşen bir dönemde gösteriyor. Başlangıçta emekçi, yoksul kesimler arasında oynanan futbol, üst tabakada ise hor görülüyor. Karşılaşmalarda yaşanan çeşitli olaylar ve dönemin aristokratlarının şiddetli eleştirileri sonucu kimi zaman da yasaklanıyor.

Avrupa’nın birçok yerinde işçi sınıfı oyunu olarak bilinen futbol, çalışma saatlerinden fazla olmasından dolayı, 19. yüzyılın ortalarına kadar durgunluk dönemine giriyor ve bu dönemin ardından popülerliğini tekrar kazanarak daha geniş kitlelere ulaşıyor.

Türkiye’de modern futbol 19. yüzyıl sonlarına doğru filizlenmeye başlıyor. Osmanlı İmparatorluğu döneminde gerek günah olduğuna dair dini inanışlar gerekse siyasi ve sosyal yapıdan kaynaklanan etkilerden dolayı gelişimi sekteye uğruyor ve baskı dönemlerinde de yasaklanıyor.1908 2. Meşrutiyet’in ilanının ardından futbol kültürü yavaş yavaş şekillenmeye başlıyor ve ardından gelişimi için nispeten daha uygun bir ortam oluşuyor.

Sanayileşen futbol

“Futbol sporu varoluşunu, emekçi halka borçludur. Futbolun, mülksüz ve hakları elinden alınmış insanlar arasında doğmasının temel bir nedeni var: Ucuz, neredeyse bedava oluşu. Bu oyunu yoksullar buldular ve ona karakterini verdiler… Futbol sayesinde ‘birisi’ oldular…”

Cesar Luis Menotti

Arjantin teknik direktörünün bu sözleri futbolun ortaya çıktığı hali ile şu anki durumu arasındaki uçurumu gösteriyor. Bugünün futboluna bakıp kulüplerin şirketleştiğini, oyuncuların ise işçileştiğini söylesek yanılmış olmayız. Futbol artık kapitalizmin kucağında bir sektör olarak, “minimum maliyet ve maksimum kar” mottosu ile varlığını sürdürmektedir. Bu mottodan da anlaşılacağı üzere yeşil sahalar, kapitalizmin futbol sanayisini yeniden ve yeniden ürettiği alanlar haline gelmiştir.

Mor kramponlar

Peki bu kadar yayılan, kitlelere ulaşan futbolda kadınlar nerede duruyor?

“Gerçek” futbolun erkeklere ait olduğu kabul edilir çünkü erkekler tarafından “icat” edilmiş ve yönetilmiştir. Erkek hegemonyası altında olan futboldan, kadınlar tarih boyunca uzaklaştırılmaya çalışılmış ve 19. yüzyılın yaklaşık üçte ikilik bölümünde kadınların futbol oynaması farklı coğrafyalarda yasaklanmıştır. 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarında ise kadınlar tüm engellemelere rağmen futbola, oyuncu olarak dahil olmuş ve sahada yerlerini almışlar.

Fransa’da 1902 yılında kadınlar kendi liglerini kurarak futbol serüvenine tutunuyor, ardından 1918 İsveç ve 1923 Avusturya’da kadınlar artık “mor” liglerde mücadele ediyorlardı.

Yasaklama stardı İngiltere’de verilir ve İngiltere Futbol Birliği “…futbol oyunu kadınlar için uygun değildir ve teşvik edilmemelidir” diyerek kadınlar için futbolu yasaklar.  Sadece İngiltere’de değil, 1940’lardan itibaren kadın futboluna karşı düşmanca tutumlar farklı ülkelerde de kendisini gösterir. Birliğin aldığı bu karar; futbolun “erkeksiliğinin” korunması ve imajına “zarar” gelmesi açısından kadın futbolunu erkek futboluna karşı bir tehdit olarak görmüş olduğunun açık bir kanıtıdır.

Futbolu eline alan erkek hegemonyası bu kadar baskıya, engellemeye karşın kadın futbolunu görmezden gelememiştir. FIFA 1991 yılında kadınlar için Dünya Kupası organizasyonu düzenlemiş, UEFA ise 2001 yılında kadınlar için Şampiyonlar Ligi’ni başlatmıştır. 2012 Londra Olimpiyatları’nda artık 700 bine yakın kişi kadın futbol maçlarını izlemek için stadyumlarda yerlerini almışlardır. Günümüzde Avrupa’da 1,2 milyondan fazla kadın futbolcu ve 20 binden fazla kayıtlı kadın futbol takımı olduğu bilinmektedir. Her geçen gün bu sayıların arttığı ise su götürmez bir gerçek. Ancak durumu bu noktaya getirene kadar kadınların zorlu mücadeleler verdiklerini asla unutmamak gerek.

Bugün hatırlayacağımız en yakın örnek Suudi Arabistanlı kadınların stadyumlara girebilmek için verdikleri ve sonunda kazandıkları haktır.

Teşhir: Futbolun erkekliği

Toplumun tüm kanallarına nüfuz etmiş cinsiyetçilik elbette futbolda da kendisine yer buldu. Patriyarkal kapitalizm ile birlikte mekanlara, mesleklere, nesnelere cinsiyet atfedilirken spor dalları bunlardan azade kalamadı. Ve işte futbol cinsiyetlendirilmiş (erkekleştirilmiş) bir alan olarak karşımızda.

Bu cinsiyetçi pratikler hem saha içinde hem de tribünlerde hayat bulmakta. Milyonlar tarafından sevilen ve seyredilen bu oyunda, oyuncuların şiddeti, tecavüzü meşrulaştıran hareketleri ve söylemleri amatör ligden profesyonel liglere kadar neredeyse her maçta kendisini göstermekte. Birbirlerinden güç alan erkekler, erkek dayanışması ile futboldaki şiddeti kolaylaştırmış ve normalleştirmiştir.

Saha içerisinde topun bacak arasından geçirilmesi, rakibin bir zafer kazanmasıyla, “namus” meselesiyle ve özenle korunan erkekliği kaybetme korkusuyle bağdaştırılıyor. Açılan Japonya bayrağı “kan lekesi” olarak kullanılıyor. Maç sonlarında çalınan “kına gecesi” müziği veya Nuri Alço’nun tecavüz sahnelerinde çalan müzikleri ile “tecavüz” meşrulaştırılıyor.

Yani kazanılan maçlar aslında sadece birer futbol maçı olarak değil; kadın erkek ilişkilerinde ve daha çok cinsel bağlamda bir hiyerarşi ifade ediyor. Futbol, içerisinde zaman ve mekan tanımaksızın cinsiyetçilik taşıyor; futbolun kendine has dili dahi tamamen erkek egemen olup, kadını aşağılayıcıdır. Gol atmak, aslında dümdüz bir gol atmak değildir, skora yazılan bir puandan fazlasıdır “futbolca”da. Koymaktır, sokmaktır, girmektir… Bu dil seksi/sevişmeyi olması gereken anlamlarından koparıp bir tahakküm ilişkisi içerisinde görmenin ifadesidir.

Ekranlarda, özellikle de dizilerde, “futboldan anlamayan”, “ofsaytı bin defa dinleyip kavrayamayan” kadın karakterlerin çizilerek dalga konusu yapılması da erkek egemen zihniyetin işidir. Böylece futbol, yeşil sahalar onlara kalmaya devam edecektir…

Eril eğlenişler, cinsiyetçi ve homofobik öfkelenmeler… Futbol tribünleri tamamen erkeklik, heteroseksüellik ile kuşanarak, kutsanmış egemen profili dünyanın birçok yerinde kendi içinde var ediyor.

Karar: Cinsiyetçiliğe kırmızı kart

Futbol esasen kendi doğasından ve doğuşundan değil; ekonomik, siyasal ve toplumsal hayatın her yerine sızmış bulunan egemen cinsiyetçi pratiklerin kendisine dışarıdan, sonradan dahil edilmesiyle yeniden inşa edilen bir alan olarak erkek egemenliğine hizmet eden bir araca dönüştürülmüştür. “Futbol asla sadece futbol değildir” sözü futbolun hayatla iç içeliğini bir gerçeklik olarak vurgular.

20. yüzyıldan bu yana futbolun içerisinde varlığını sürdürmeye çalışan kadınlar, elbette ki bu alanda da mor çevreler yaratmıştır. Sadece bahsini ettiğimiz stadyumların değil tüm hayatın başka bir biçime büründürülmesinin imkanı elbette vardır. Mücadelesini vererek bu kazanımları deneyimleyeceğiz.

Bu yazı ilk olarak Feminerva Dergisi‘nde yayınlanmıştır.

Yazar