Bir Boru Hattı Nasıl Patlatılır: Özel Mülkiyetin Tahribatında Eylem ve Hedef

*Bu metin, Doğanın Çoçukları’nın Aralık 2023 tarihinde İstanbul ve İzmir’de düzenlediği “Bir Boru Hattı Nasıl Patlatılır” adlı film gösterimi ve söyleşisinde açığa çıkan değerlendirmelerin derlenip yazıya dökülmesinden oluşmuştur.
İzlemiş olduğumuz film 2021 yılında iklim araştırmacısı ve Lund Üniversitesi’nde insan ekolojisi doçenti Andreas Malm tarafından aynı adla yayınlanmış bir kitaptan uyarlama.

Film, genel itibariyle kapitalist üretim modellerinin hakim olduğu günümüz dünyasının, temelde kabul gören etik değerler karşısındaki çelişkilerine ve toplumda açtığı kanayan yaralara işaret etmesi açısından mühim bir değere sahip. Samanyolu’nun yüz milyarlarca sisteminden bir tanesinin, hepi topu sekiz gezegeninden bir tanesi olan Dünya, bilindiği kadarıyla, aktif yaşama ev sahipliği yapan tek gezegendir. Lakin dünyanın milyonlarca yıl çerçevesinde şekillenmiş olan güncel doğal koşulları belli başlı insan faaliyetleri tarafından yıkıcı ve onarılması çok güç bir biçimde yok olmaya yüz tutmuştur.
Elbette doğanın bir ürünü ve gerçekleştirdiği her eylemle onun bir parçası olmaya devam etmekte olan insanın, varoluşundan kaynaklı bir yıkıcılığından söz edilemez. Sorumluluğu tüm insanlara yükleyip aslında faili belirsizleştiren ve bilinçli bir şekilde kaderci bir yaklaşıma sürükleyen bu anlayışa karşı mesafeli ve temkinli olmalıyız.

Kar elde etme güdüsüyle, kaynakları tüketme konusunda da asla elini korkak alıştırmayan burjuvaziye karşılık, egemenler tarafından yoklukla ve sefaletle terbiye edilmeye çalışılan milyarlarca insan, elbette ki iklim krizinin gebe olduğu tehlikeler karşısında savunmasızdır.
İzlemiş olduğumuz bu kurgu film, kapitalizmin gezegene verdiği zararlar karşısında daha fazla sessiz kalamamış ve kendince bir eylem ortaya koymakta kararlı, bir grup insanın kolektif mücadelesinin hikayesini bizlere sunmaktadır.
Bahsi geçen karakterler eylemlerini, “ekoterörizm” olarak da tanımlanabilen bir grup faaliyet çerçevesinde gerçekleştirmektedirler. Sözlük anlamından yola çıkmak gerekirse, bahsi geçen tanım, ekolojik yok oluşa ve bunun sonuçlarına karşı bizzat zararın kaynağına yönelik aktif yıkıcı faaliyetlerde bulunmak olarak tabir edilebilir. İzlemiş olduğumuz filmde, bugün mevcut üretim biçimi ve bu üretim biçiminin temel enerji kaynağı olan petrol sanayisine karşı bir bombalı saldırı planı seyirciye gösterilmekte ve hedef olarak da petrol iletiminde kullanılan bir boru hattı gösterilmektedir.
Andreas Malm’ın aynı isimdeki kitabını okuduğumuzda daha net bir şekilde anlayabileceğimiz gibi, buradaki asıl eleştiri ekoloji hareketinin eylem konusundaki stratejik pasifizmidir. Burada eleştirilen, iklim hareketinde, sabotaj gibi şiddet içeren eylemleri ahlaki açıdan uygun bulmayan, yalnızca sivil itaatsizlik eylemlerini savunan hegemonik tutumdur. Malm, kitabında bu tutama karşı çıkmak için geçmişten örnekler verir. 1995’te gerçekleştirilen COP1, yaklaşık 500 doğa ve yaşam savunucusunun konferansın yapıldığı salonun önünde karar alıcılara baskı oluşturmak adına yaptığı, kitlesel ve ses getiren bir eylemle sonlandırılmıştır. Buna karşılık atmosferdeki sera gazı emisyonlarının %50’sinden fazlası son 30 yıllık zaman dilimine aittir. Hatta dünya üzerinde fosil kaynaklı üretim birimlerinin mevcut işletme kapasitesinin yüzde 49’undan fazlası COP10 yılı olan 2004’ten sonra faaliyete geçmiştir. Özellikle 2018 yılından sonra Yokoluş İsyanı (Extinction Rebellion), Gelecek İçin Cumalar (Fridays For Futures) gibi genç iklim hareketleri öncülüğünde birçok metropolde binlerce kişinin katıldığı iklim grevi, yol kesme ve yürüyüş biçimlerini içeren sivil itaatsizlik eylemleri yapılmıştır. Fakat şimdiye kadar kapitalist devlet ve şirketlerin temsilcileri, Uluslararası İklim Konferanslarında alınan kararları uygulamak konusunda üzerlerinde yeterli baskıyı hissetmemiştir. Sermayenin çarkları dönmeye devam etmektedir, iklim hareketi şimdiye kadar gerçekleşen eylem biçimiyle düşmana esaslı bir zarar verememiştir.
Buna karşılık olarak Malm, sabotaj eylemlerini radikal ve militan olduğu için savunuyor. Sabotaj eylemleri iklim krizinin faillerinin, sermayedarların mülklerini, yani karbon emisyonuna sebep olan üretim ve dolaşım araçlarını hedef alır. Bu sabotajlar yoluyla sistemin tamamen yok edilebileceği düşünülemez. Amaç bu araçlara zarar verilebileceği, sermaye birikiminin sekteye uğratılabileceğini göstermektir: Sermaye sınıfı için somut potansiyel bir tehdit ve kitleler için harekete geçirici bir güç. Söz konusu olan kitlesel eylemin desteğini arkasına almış şiddet eylemleridir. Malm, kitabında kömür madenlerini işgal eylemleriyle tanınan Almanya’daki Ende Gelände gibi grupların eylemlerini, Süfrajet Hareketi’nin militan taktiklerini ve Kölecilik Karşıtı İsyan Hareketlerini örnek verir. Şiddet içeren eylemler, kitlesel sivil hareketin taleplerini sola kaydırır ve bu talepleri diğer eylemlerin yanında iktidardakiler tarafından daha kabul edilir hale getirebilir. Aynı zamanda şiddetin Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri’nde söylediği gibi “temizleyici güç” olma özelliği vardır. “Yerliyi umutsuzluğundan ve hareketsizliğinden kurtarır; onu korkusuz yapar ve kaybettiği öz saygısını geri kazandırır.”1
Bunun yanında, Malm, bir diğer militanlık geleneği olan işçi sınıfının örgütlenmesine pek değinmez. Süfrajet Hareketi oy hakkını kazandıktan sonra kadınların özgürleşmesi yolunda eylemlere nasıl devam edilmesi gerektiği konusunda kadınların sınıf konumu ve ait olduğu siyasete göre ayrımlar yaşadı: Oy hakkının nihai bir hedef olarak görülmesi ya da daha köklü toplumsal dönüşümler için örgütlenmenin ve mücadelenin kapsamını genişletmek. Bununla birlikte, Kara Panterler gibi grupların devlet tarafından ortadan kaldırılması gerçekliğine de parmak basmamız gerekiyor. Ekolojik bir geçiş için yalnızca egemenlere baskı yapmak yeterli değil, bu geçişin olması gerektiği düzeyde gerçekleşebilmesi için devlet kontrolünü ele geçirmeye ihtiyacımız var. Ekolojik kriz sistemsel ve yapısal bir sorun, onunla mücadele de bu düzeyde bir örgütlenmeyi gerektiriyor. Yalnızca kitle değil, kitlenin niteliği de karşımızda duran düşman söz konusu olduğunda oldukça önemli. Bu yüzden, Malm’ın, ekolojik yıkıma yapısal olarak sebep olan mevcut sosyoekonomik düzeni alt edebilmeye ve yerine yenisini koymaya muktedir olan gücün örgütlenmesine değinmemek konusunda büyük bir eksikliği olduğunu söyleyebiliriz. Tüm üretim ve dolaşım ağlarını örgütlü bir şekilde sekteye uğratabilecek ve egemen sınıfın iktidarına asıl tehdidi oluşturabilecek yegane güç işçi sınıfıdır. İşçi sınıfının kapitalist toplumsal ilişkileri dönüştürmekte yalnızca çıkarı yoktur, sermayenin devasa örgütlü gücüne karşı bunu yapabilme kapasitesine sahip tek güçtür.

Anderas Malm’ın Bir Boru Hattı Nasıl Patlatılır kitabı ve aynı isimle uyarlanmış film, ekoloji hareketine nitelikli ve haklı eleştiriler getirmesi, mevcut haliyle sınırların dışına çıkamayan harekete başka yöntemleri önermesi bakımından oldukça önemli yapıtlar. Kaynayan gezegeni ve onunla birlikte yok oluşa sürüklenen milyonları nasıl kurtaracağımız konusunda yeterli önermeler sunmasa da bunları konuşma imkanı sunuyor.


Elbette ki eylemi planlayan ve gerçekleştiren her bir karakterin bu konuda farklı motivasyon kaynakları bulunmaktadır. Karakterlerden kimisi, fosil yakıtların yarattığı çevre kirliliğinden ötürü hastalanmış, kimisinin küçük mülkiyetine petrol sanayinden gelir elde eden kapitalistler tarafından el konmuş, kimisiyse çevre felaketlerinin etkilerinden rahatsızlık duymakta ve bu felaketlerin asıl kaynağına yönelik bir saldırıyla kamuoyunu bilinçlendirme hedefinde ilerlemektedir. Bu bahsi geçen kurgu karakterler ve motivasyon kaynakları, elbette ki yaşamakta olduğumuz gerçeklikte, apaçık bir biçimde vardırlar ve kapitalist sistemin faaliyetlerinden doğan iklim krizinin, nasıl toplumun her bir kesimini doğrudan doğruya ilgilendirmekte olduğuna birer örnek sunması açısından önemlidirler. Bugün biz Doğanın Çocukları ve bu yazıyı okuyan sizler, pencereden dışarı baktığımızda, sosyal medya mecralarından son gelişmeleri takip ettiğimizde, bir yerden başka bir yere seyahat esnasında yahut sokaktan herhangi biriyle öylesine sohbet ettiğimizde; mevcut düzenin gerçekleştirmekte olduğu sonu gelmez talanın, doğanın her bir bileşeninin ve insanın üzerinde yarattığı etkilerine şahit olmaktayız. Aliağa’da asbestten zehirlenmek istememekle birlikte sesini yükselten tersane işçilerini, Dikmece’de asırlık zeytin ağaçları ile temel geçim kaynakları olan topraklarını talana vermek istemeyen köylüleri ve İstanbul’da, sürdürülemez rant politikalarıyla devamlı olarak genişletilen metropolün geriye kalmış son doğal alanlarını korumaya çalışan şehirlileri gördük.
Kapitalizmin sebep olduğu eşitsiz koşullar ve bu eşitsiz koşulların neden olduğu felaketler silsilesinin etkileri hepimizi, insanlığın tamamını çok yakından ilgilendirmektedir. Bu gibi tehditler karşısında yapılması gerekenler, çevre kıyımının sebeplerini iyice inceleyip tespit etmek, bu sebeplere karşı mücadele yöntemlerini geliştirmek ve uzun vadeli planlar-programlar etrafında birleşmek, biriktirmek.

Nitekim yukarıda da bahsedildiği üzere özneler, duyarlı oldukları konular mevzubahis edildiği takdirde mücadeleye katılım gösterme konusunda son derece ön plandadırlar. Bu bahisten yola çıkarak, filmin asıl anlatmaya çabaladığı konunun, petrol nakletmekte kullanılan bir borunun bomba patlatmak suretiyle sabote edilmesi eyleminin, özneleri iklim krizine karşı harekete geçirici mahiyette olup olmadığı konusu tartışmaya açılabilir.
Bahsi geçen eylemin, bir benzerini hatta tıpatıp aynısını gerçekleştirdiğimizi hayal edelim ve konunun anlatımını bu noktadan devam ettirelim. Gerçekleşen eylemin haberi, muhtemelen çok geniş kitleler tarafından duyulacaktır. Mesela son dönemlerde müzeler ve sanat galerilerinde gerçekleştirilen iklim krizine yönelik farkındalığı arttırmayı amaçlayan boya atma eylemlerinin sosyal medya üzerinden çok kısa bir sürede yayılmış olması buna örnek olarak gösterilebilir. Bu noktada filmde geçen karakterlerin eylem yöntemlerindeki bu seçimleri, izletinin ardından gerçekleşen tartışmalarımızın başlıca odaklarından oldu.

Bir boru hattı patlatılarak kapitalist üretim ilişkilerini değiştirmek, meta üretimini ve dolaşımını durdurmak mümkün görünmüyor ancak bu yöntemin mahkum edilmesini de gerektirmiyor.

Mücadele yöntemleri farklılaşabilir, önemli olan bunların kaybolmadan birikmesi ve yaptırımı olan bir güce dönüşmesi.


Kaynakça

    • 1. Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, Çev. Şen Süer, İletişim Yayınları, 2021.

Yazar