Felaket Kapitalizmi ve Neo-liberal Devletin Aktüel Olgusu Olarak Mülksüzleştirme

Naomi Klein, Şok Doktrini (2007) kitabında, kendi tanıklığında New Orleans’ta gerçekleşen Katrina Kasırgası ardından gelişen süreci açıklayarak bir “gizli” gerçeği açık eder. Bu süreç en başında “felaket kapitalizmi”nin kendi işleyiş yasalarına uygun gerçekleşmektedir.

Felaket kapitalizmi, sermayenin, büyük ölçekli krizlerden doğrudan kâr elde etmesinin ve yayılmasının yöntemidir. Büyük ölçekli krizler; doğal felaketler, savaşlar, piyasaların çökmesi gibi olaylardır. Burada felaket bir “şoku” temsil ediyor ve onun terapisi sermaye bakış açısıyla belli bir örüntü izliyor:

1- bir krizi bekle. (bazen de yarat.)

2- “olağanüstü politika” olarak adlandırılan durumlar ilan et.

3- demokratik normların hepsini veya bazılarını askıya al.

4- şirket talep listesini hızla yürürlüğe sok.

Tarih bir bakıma “şokların” akışıdır. Kolektif bir şoku takiben gelen bu şokların sonuçları. Bu sonuçlar, önceden planlı sermaye çözümleri ile karakterize edilir. Krizlere karşı sunulan bu çözümler, zaten halihazırda var olan kimi eşitsizlikleri derinleştirir ve bu eşitsizliklerin katlanarak artmasına sebebiyet verir. Bu katlanma yoksullar aleyhine bir sertleşme içerirken sermaye açısından yaşam kaynağı oluverir.

Olağanüstü olaylar, devlet ve sermaye tarafından, yoksulluk vb. gibi durumların yeniden üretimi için bir fırsat olarak da kullanılır. Olağanüstü olayları yaratan ve kimi zaman da tetikleyicisi de olan güçler tarafından, yoksulluk pekiştirildikçe daha fazla olağanüstülük ardı sıra gelir. İşin ironisidir, kamu alt yapısının başarısızlığı ve eşitsizliği, büyük ölçekli krizle karşılaşınca daha büyük bir yıkım meydana gelir. Yoksulluk pekişir.

Bu süreç, büyük ölçekte neoliberalizmin apaçık ortağıdır.

***

Kapitalizm yıkıcı bir sistemdir. O yıkıcılığını, devlet ve sermayenin ortaklığından alır. Yaratıcıdır da. Onun “yaratıcılığı” insana ve doğaya içkin her şeyin yıkılmasında kendisini gösterir. Yıktıkça yaratabilir. İşçinin, emekçinin, yoksulun ve doğanın kanı aktıkça yaşar. 

O bir enkaz düzenidir. Yoksul enkaz altında kaldıkça yeni rantlar için kolları sıvar. Sözgelimi her yeni rant alanının inşaatında kaç kişinin öleceği önceden hesaplanır. Hangi depremde kaç bina yıkılacak, kaç kişinin canı tehlikede gibi veriler önceden bilinir. Burada insan sayılardan ibarettir. Aslolan yeni rantlar, sermaye transferleri ve sermaye birikimidir.

Sermaye denilen toplumsal ilişki, sadece ekonomik ilişkileri içermez. Sosyal, kültürel ve politik ilişkileri de içerir. Operasyonel olarak sermayeyi bir sınıf olarak tanımlayabiliriz. Bu sınıf sürekli kâr güdüsüyle yaşar. Tabi bunun için her şeyi metalaştıran bir tarza ihtiyaç vardır. Bu tarz, devletin kontrol aygıtı özelliği ile birleşir ve yıkım kalır geriye. Sosyal yıkım, toplumsal çöküntü… Sınıfsal tahakküm bu ortaklığın doğasında vardır.

Sermaye sınıfı, kurduğu tahakkümü öyle kolay örtemez. Yıkarak, parçalayarak, ezerek biriktirir. Devlet ile ortaklığı bir yanıyla bunun içindir. Devlet rıza mekanizmasını üretmek için çabalar. Kontrol altında tutan da kontrol edemediği zaman şiddet uygulayan da devlettir. Sermaye birikiminin önündeki her türlü engeli ortadan kaldırmak da devletin görevidir. Bu bağlamıyla kapitalist devlet, sermaye birikiminin güvencesidir. Başka bir deyişle devlet, sermaye birikiminin sürekliliğini kontrol altında tutan bir aygıttır. Marx, bunun içindir ki, devletin, kendinden hareketle kavranamayacağı ve her zaman ekonomik ilişkiler bağlamında ele alınması gerektiğinin altını çizer.

Neoliberal devlet, tam da metalar dünyasında hareket eden ve her şeyi metalaştıran, sermayenin ulaşamadığı alanlara sermayenin ulaşması için yardımcı olan bir politik organizasyondur. Bir yanıyla, muazzam bir işçileştirme eğilimi, kişilerin üretim araçlarından kopartılması yoluyla mülksüzleştirme iken diğer bir boyutuyla “felaket kapitalizmi”nin olağanüstü olayları fırsata çevirme kabiliyeti dolayısıyla gerçekleşen, sermaye döngüsü dışında kalan alanların sermaye döngüsü içerisine çekilmesi kabiliyetiyle ya da felaket sonrası mülkün kamulaştırılması yöntemi olarak mülksüzleştirme bu işin doğasıdır.

Sınıflı toplumun bugünün gelinen aşamasında, kapitalizm girdiği krizleri aşmak için çok boyutlu yıkımlara ihtiyaç duymaktadır. Bu yıkımlar nüfuz etmediği alanlara nüfuz etmesi yoluyla ona birikim olanakları yaratmaktadır. Yıkımın çok boyutluluğu, kültürel, sosyal, kent ve maddi vb. yıkımlar olarak görülebilir.

***

Nitekim 6 Şubat depremleri ardından yaşanan süreç, yukarıda uzun uzadıya yazdığımız süreç ile örtüşür. Her şey olması gerektiği gibi olmaktadır.

Geçtiğimiz bir sene içerisinde, Antakya başta olmak üzere, onlarca mahalle, beş yüz binden fazla zeytin ağacını kapsayan alan rezerv bölge ilan edilerek kamulaştırıldı. Daha açık ifadesiyle zorla el konuldu! Kamulaştırma kapsamında onlarca Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri yayınlandı. Zeytinlik Kanunu’nda ve Orman ve Mera Kanunlarında değişiklikler yapıldı. 6306 sayılı Kanun’da, bilinen ismi ile Afet yasası, önemli değişiklikler yapıldı. Ardından bu hukuksuz ve fiili süreç yasalaşmış ve Kentsel Dönüşüm Başkanlığı kurulmasıyla taçlandırılmış oldu.

Burada göze çarpan şey, 6306 sayılı Kanun kapsamına Cumhurbaşkanı kararıyla şirket kurulabileceği ve özel şirketler ile kamunun ortak olabilecekleri maddelerin eklenmiş olmasıdır. Fiili durum depremin başından beri öyleydi, artık yasa ile güvence altında. Örneğin depremin ikinci veya üçüncü günü, yeni kent merkezlerinin nereye kurulacağı konusunda yüklenici firmalar ve mimarlık ofislerine ihaleler dağıtılmıştı. Buna uygun kararname, 126 sayılı kararname, iki hafta sonra çıkarılmıştı.

Kamulaştırma süreci, sermayenin döngüsü dışında kalan alanların, sermaye döngüsü içerisine çekilerek sermaye birikiminin hizmetine koşullanması olarak okunmalıdır. Devlet ve sermaye ortaklığında bu süreç örgütlenmektedir. Toplumun ve doğanın yıkımı bu süreci takip etmektedir. Yoksulluk pekişmektedir. Bölge halkının coğrafyasından koparılması dolayısıyla da sosyal ve kültürel yıkım meydana gelmektedir.

Felaket kapitalizmi, olağanüstü felaketlerin öncesinde, rantçı kent politikalarıyla felakete dayanıksız konutları inşa ederken, felaketler sonrası felaketleri fırsata çevirerek felaketlerin kendilerini katlanarak arttırması döngüsüdür.

İstanbul depremi sonrası süreç, 6 Şubat depremlerinde yaşanan sürece çok benzer biçimde gerçekleşecektir. Ya da Katrina Kasırgası sonrası yaşanan sürece. Felaket kapitalizmi budur. Yoksula enkaz ve ölüm; sermayeye kâr ve yaşam.

Yazar