Emperyalizm ve Siyonizme karşı Cephe
Siyonizm, Yahudi milliyetçiliğini temel alarak vaat edilmiş topraklarda yerli halkı yerinden ederek Yahudi devletinin kurulması amacıyla ortaya çıktı. İsrail, bu amaçla kuruluşundan itibaren işgalci bir devlet olarak emperyalist ülkelerin bölgedeki çıkarlarını koruyor. Filistin topraklarındaki varlığını 1948’de kuruluşundan itibaren yerli halkı yerinden etme ve mülksüzleştirme politikalarıyla sürdürüyor.
İsrail’in insanlık dışı ablukası altında olanlar, zorla göç ettirilen ve dönüş hakkı elinden alınanlar, işkenceci işgalcinin hapishanelerindeki tutsaklar özgür bir Filistin için siyonizm ve emperyalizmin çeşitli boyutlarıyla savaşıyorlar.
7 Ekim sabah saatlerinde, Aksa Tufanı adıyla, başta Hamas olmak üzere, Filistin direniş grupları işgal altındaki Kudüs ve Yafa (Tel Aviv)’da konumlanan işgal güçlerine ve yerleşkelerine karşı bir saldırı başlattı. Direniş, Aksa Tufanını İsrail’in Filisin halkına karşı devam eden suçlarına ve İsrail devletinin ABD, Batı desteği ve uluslararası sessizlik ışığında uluslararası yasaları reddetmesine karşı bir yanıt olarak tanımladı.
7 Ekim saldırısını tarihi gerçekliğinden kopartarak incelemek, savaşın ilk gününden itibaren İsrail tarafından sunulmak istenen, Filistin direnişini terörizm ile eşitlemek isteyen görüşe hizmet ediyor. Filistin direnişi, bütün örgütleriyle, Orta Doğu’yu ele geçirmekte olan emperyalist tahakkümün yıkılmasında kritik bir rol oynuyor. Direniş bileşenlerinin işgale karşı eylemlerini bir ‘kara leke’ olarak görmek Arap sosyalistlerinin de Filistinlilerin de savunabileceği bir tutum değildir.
Gazze’nin ‘karanlık’ çocukları direniyor!
İsrail, sürpriz operasyonun hemen ardından uyguladığı ablukayla, 2 milyonluk nüfusun su, elektrik ve gıdaya erişimini engelledi. İşgal güçleri, savaşın ilk günlerinden itibaren hem hava hem kara saldırılarıyla hastaneleri, okulları, sivil yerleşkelerini hedef aldı. Savaşın ilk haftasının ardından, İsrail Kuzey Gazze sakinlerinin 24 saatte güneye tahliye edilmesini emretti. İsrail’in 1 milyonu aşkın nüfusun sınırlı bir sürede tahliye edilmesinin imkansızlığının farkında olmaması ihtimal dahilinde değil.
İsrail soykırımı, geçmişte yaptığı gibi Filistin halkını ‘şeytanlaştırarak’ kamuoyu gözünde aklamaya çalışıyor. Gazze’ye uygulanan insanlık dışı ablukayı İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant “Elektrik, gıda, su, yakıt yok. İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz, ona uygun davranıyoruz.’ diyerek duyurdu.
Bu toplu imhanın, işgalci devletin gözünde nedenini Gazze’nin savaş sonrasına dair, kabineye sunulmaya bekleyen önerilerde görüyoruz. Bu planların ortak noktası Gazze’de Hamas ve Filistin Direnişinin yok edilmesi ön şartıyla uygulanacak olmasıdır. Gallant’ın planında ‘İsrail’e düşman olmamaları ve tehdit oluşturmamaları şartıyla’ İsrail hükümetinin onayıyla Gazze’de bir yönetim oluşabileceğini söylüyor. Bu durumda da Gazze’ye ablukanın devam edeceği, İsrail güçlerinin operasyon yetkisi olacağını dile getiriyor. İsrail’in amacı, Filistin’i daha da bölerek, Filistin halkını daha da yalnızlaştırmak, işgalini şiddetlendirmektir.
7 Ekim’in ardından 4 aydan fazla bir süre geçmişken İsrail saldırılarıyla 27 bini aşkın Filistinli öldü. İsrail hükümeti, iletilen esir takası ve ateşkes tekliflerini reddediyor, Gazze’deki direniş gruplarını yok etmeden savaştan vazgeçmeyeceğini açıkça belirtiyor. Direniş ise, yayınladıkları açıklamalarda kalıcı bir ateşkes gerçekleşmeden ve Gazze şeridinde İsrail’in saldırıları son bulmadan esir takası gerçekleştirmeyeceğini duyurdu. Filistin direniş grupları açıklamalarında Gazze için tasarlanan savaş sonrası planları reddettiklerini, şehri yeniden inşa etmenin ve Filistin halkını temsil eden demokratik yapıyı geliştirmenin önemini vurguluyorlar. Filistinliler için, günümüzdeki savaş, topraklarında 75 yıldır süren baskı ve saldırıların devamıdır. 7 Ekim’deki direnişin amacı, Filistin’i özgürleştirme yolunda siyonist işgali bir kez daha vurmak, zayıflatmak ve yenilmez olmadığını göstermektir.
Uluslararası hukuk ve küresel sermaye
7 Ekim sürecine dair uluslararası sessizlik ve eylemsizlik hali İsrail saldırılarına ön açan bir konumdadır. Gazze’deki toplu imhayı kınamanın ötesine geçemeyen Batı ve Körfez ülkeleri, İsrail’in suçlarına üç maymunu oynuyor. Uluslararası örgütler, başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak, işlevsizliğini bir kez daha kanıtladı. İnsan hakları ihlalleri, Adalet Divanı kararları, ateşkes tasarıları tamamıyla ABD’nin bir ‘hayır’ oyuna bağlı. Kuruluş amacı dünya barışını korumak olduğu iddia edilen BM işlevini devamlı bir şeyleri “kınayarak” sürdürüyor.
Emperyalist Batı devletlerini birleştiren ise, soykırım suçlamaları değil, ticaretin aksaması oldu. İsrail bağlantılı ticari gemilerin Kızıldeniz’den geçişini engelleyen Husilere karşı ABD ve Birleşik Krallık, Suudi Arabistan ve Katar’ın da desteğiyle 12 Ocak sabah saatlerinde Yemen’in başkenti Sanaa’ya bombardıman uygulayarak önceliğinin her zaman sermayenin çıkarı olduğunu tekrar ispatladı.
Türkiye ise Filistin için timsah gözyaşları dökerken, İsrail ile ticaretin her şekilde önünü açıyor. Mitinglerinde ümmetçiliğin kendilerine yararından vazgeçemeyenler; elektrik, doğalgaz, demir, çelik, çimento… neyi varsa İsrail ile ticarete devam ediyor. Örneğin, İÇDAŞ yönetim kurulu üyesi Adnan Arslan 2022 yılında İsrail’de “İsrail çelik ithalatı istatistiklerine bakıldığında, 2002 yılından günümüze kadar en fazla çelik ithalatı gerçekleştirdiği ülke Türkiye olmuştur.” demişti. İÇDAŞ, Metal Matris, Pamukkale Kablo, Osmanoğulları Gazbeton gibi üye şirketleri İsrail ile ticaret devam ederken bir yandan destek mitingleri düzenleyen MÜSİAD bunun en yalın örneklerinden biridir. Gazze’de ‘kardeşleri’ abluka altındayken iktidar Azerbeycan’dan İsrail’e petrol ve doğalgaz ulaştırıyor. Bu ittifak, Karabağ işgalinde de silah ticaretiyle ve askeri işbirliklerle kendini gösterdi.
Orta Doğu’da devam eden savaş, küresel sermayenin halklara karşı savaşıdır. İşgal, sürgün, soykırım… her türlü şiddet biçimi, dün gibi bugün de sömürgeci devletlerin konumlarını korumak için kullandığı araçlardır. Ticaret sözleşmelerinde, savaş ödeneklerinde, geçiştirici metinlerinde emperyalist ittifakı apaçık görüyoruz. Bu birleşik cepheye karşı; Filistin’de, Yemen’de Lübnan’da, Irak’ta halkların meşru direnişi ve mücadelesi her daim var olacaktır.