LGBTİ+ Mücadelesi̇ Hak Kazanımlarından Mı İbaret??

LGBTİ+ hareketi içinde sıkça karşılaştığımız bir soru bu. Yanıt basittir: Hayır, mücadelemiz hak kazanımlarından ibaret değil. Fakat bu kazanımlar önemsiz de değildir. Kazanım elde edince devrim yapmışız gibi davranmak, kazanımları görmezden gelip sadece nihai sonuca odaklanacak kadar sekter olmak… LGBTİ+ hareketi içinde savrulunan iki uç genelde bunlar oluyor. Bu yazımda, bu iki uca savrulmadan, nasıl politika üretmemiz gerektiğine dair fikirlerimi belirteceğim.

Her sabah bir sömürü düzenine uyanıyoruz. LGBTİ+ların bedenini, emeğini sömüren, bizleri şiddet sarmalı içinde çaresiz ve yalnız hissetmeye iten; ayrımcı, erkek egemen, ırkçı, kapitalist, işçi düşmanı bir sistem içerisindeyiz. Böylesine güçlü görünen örgütlü bir yapı karşısında biz ne istiyoruz? Sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünya istiyoruz. Cis-heteroseksist sistem içerisinde ezilmediğimiz, varoluşlarımızın kriminalize edilmediği bir düzeni yaratmayı amaçlıyoruz. 

Gezi ile birlikte daha da güçlenen LGBTİ+ hareketinin mevcut durumu

Özellikle Gezi sürecindeki “LGBT Blok” pratiklerinden sonra LGBTİ+ hareketi içinde bariz bir gelişme oldu, hareketimiz büyüdü. LGBTİ+ örgütlerinin, derneklerin ve okul topluluklarının sayısı arttı. 2013’ten sonraki süreçte Gezi’den ve LGBTİ+ hareketinin geldiği konumdan alınan birikim ve güçle o yıllardaki Onur Yürüyüşleri hiç olmadığı kadar kalabalık ve coşkulu geçti. Bu güçlenmeyle doğru orantılı olarak egemen güçlerin halklar ve ezilen kitleler üzerindeki baskısını arttırdığını, faşizmin kurumsallaşma hamlelerinin hız kazandığını gördük. Bu süreçte de tahtlarını sağlamlaştırmak için düşman bellenmesi en kolay kitlelerden biri olan lubunyalara saldırdılar, saldırmaya da devam ediyorlar. Çünkü LGBTİ+ların örgütlenmesi iktidar için tehlike oluşturuyor. Tüm bunların sonucu olarak bize kimi zaman açık açık kimi zaman da üstü kapalı bir biçimde savaş açtıkları ortada. Evet, savaş! Yani öyle bir noktaya gelmiş bulunmaktayız ki zaman kaybetmeden, olabildiğince planlı ve örgütlü bir şekilde bu LGBTİ+ kanıyla beslenen iktidardan kurtulmak ve kanımızla beslenecek başka diktatörler, başka düzen partileri tahtını sağlama almadan kendi perspektifimizden bir sistem, bir düzen inşa etmek gerekiyor. Aksi takdirde nefes bile alamaz hâle gelecek, yok olup gideceğiz. 

Bu kara tablo karşısında mücadele etmeye devam ediyoruz ve bu yolda kazanımlar da elde etmek istiyoruz. Örneğin evlilik eşitliği, özgür aşk, kimliğimizden ve yönelimimizden dolayı ayrımcılığa uğramadan çalışabilmek… Bu örnekler artar, çünkü biz öyle bir LGBTİ+fobik düzende yaşıyoruz ki en temel insan haklarını elde etmek için bile mücadele etmek zorundayız. 

Mücadele hattımızı kurarken… 

LGBTİ+ların bir araya gelip çay içmesinin bile yasaklandığı bu oldukça absürt dönemde rahatça çay içmemiz dahil her şey politik bir hâle bürünmüştür. Bir transın trans kimliğiyle “kabul edilip” iş bulabilmesi kazanımdır. Açık kimlikli homoseksüel ilişki yaşayan bir çiftin eve çıkabilmesi kazanımdır. Tüm bunlar için de mücadele edilmelidir ve tüm bunlar tabi ki önemlidir. Fakat asıl sorun; tüm mücadele hattını bu kazanımlar üzerine kurmak, LGBTİ+lar olarak yaşadığımız sorunların kapitalizmle bağını görmemek ve köklü çözümler için mücadele etmemektir. Çünkü devlet öyle bir yapıdır ki, bir transın çalışmasına izin verir ve bunu medyasını kullanarak yayar, parlatır, kullanır; fakat diğer yandan yüzlerce transı sırf kimliğinden ötürü işsiz bırakır, yüzlerce trans kadını seks işçiliğine mahkum eder. Aile mekanizmasını kullanır, polisini kullanır, LGBTİ+fobik yurtları kullanır ve yüzlerce arkadaşımızı intihara sürükler. Devlet böylesine derinlere işlemiştir işte. Kazanımlarımızı heybemize ekleyip mücadeleye devam etmemiz gerektiğini unutursak, rehavete kapılırsak devletin aynı anda binlerce LGBTİ+yı işsiz, evsiz, beş parasız bırakmasını hatta katletmesini, intihara sürüklemesini fark edemeyebiliriz. Bu sistemi küçümsememek, bu sistemin her bir noktasını fark etmek gerek.

Kısaca şunu diyebilirim ki hak kazanımlarını gören, onları önemseyen ama asıl hedefimizin bu sistemi değiştirmek olduğunu unutmayan bir yerden oluşturmamız gerekiyor mücadele hattımızı. 

LGBTİ+ hareketini sadece bu minvaldeki̇ kazanımlara sıkıştırarak hareket edersek ne olur?

Aslında mevcut durumda hareketimizin buraya evrilmeye başladığını görebiliyoruz. Hareketimiz siyasal zeminle ve devrim ufkuyla buluşmadığı takdirde yalnızca bireysel haklar odaklı kalabiliyor. Bir noktadan sonra yalnızca özgürce eğlenebilmeye, sorunsuz partiler organize edebilmeye ve yasak yoksa etkinlik yapabilmeye, yasak gelirse de online bir şekilde buluşmaya odaklanmış bir şekilde bulabiliyoruz kendimizi. Bu eğilim, bizi hareketin sokak ayağının zayıflaması tehlikesiyle karşı karşıya getiriyor. Günümüzde LGBTİ+ların bir araya gelip eğlenmesi de gullümlemesi de politiktir elbette ancak hareketin sokak ayağı bu kadar güçsüzleşmişken LGBTİ+lar ve örgütler olarak bakışımızı biraz daha esenlikten sokağa kaydırmamız, sokağı da görmemiz ve zorlamamız gerekiyor. Aksi takdirde özgürce yürüyebileceğimiz sokaklar kalmayacak, tüm hakların ötesinde en temel hak olan yaşama hakkımız bile elimizden alınacak; bayraklarımızı açıp sloganlarımızı haykırdığımız Onur Yürüyüşleri, sonuncusu 2018’de görülüp tarihe gömülen ve bir daha yaşayamayacağımız anılar hâline gelecek. 

Tüm bunlardan anlaşılmaktadır ki, LGBTİ+lar olarak varoluş mücadelesinin yanında yaşam mücadelesi de veriyoruz. Kaybettiğimiz haklarımızı geri kazanmaktan başka çaremiz yok. Bu simsiyah sisteme inat geri kazanmamız gereken renklerimiz var. 

Direnenler burada, sokakta!

Elbette ki direnenler olarak sokakları terk etmiyoruz, örgütlü mücadeleyi büyütmeye devam ediyoruz. Bugün LGBTİ+lar olarak hareket içindeki bazı mevzilerimizi kaybetmiş olabiliriz ancak sokaklar hâlâ Onur Yürüyüşleriyle, Trans Pridelarla, 20 Kasım sokak eylemlilikleriyle, direnen lubunyanın mücadele azmiyle dolup taşıyor. Özellikle 2023 seçimlerinden sonra artan LGBTİ+fobiye, baskılara, sindirme politikalarına rağmen umudunu kaybetmeyen, sinmeyen, örgütlenmeye devam eden bir LGBTİ+ profili gördük, görmeye de devam edeceğiz. Çünkü Arkadaş’ın da dediği gibi,

“Kanadından mı vurdular, vursunlar

Gün tanlayınca gövertisini

Halk ormanı ışıyacak…”

Yazar