Kadınların Tarafı Olduğumuzu Hatırlamak!

                                                                                                                                                       Sara Ahmed

Her gün sisteme içkin krizlerin farklı dışavurumlarına tanıklık etmek, başımızdan aşağı kaynar su dökülmüş etkisi yaratıyor. Olaylar silsilesi içerisinde olgulara ulaşmakta zorlanırken kendi yönümüzü korumak, eksenimizden çıkmamak için olağanüstü bir çaba sarf ediyoruz. Çünkü 21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna geldiğimizde patriyarkal kapitalizm hiç olmadığı kadar güçlenmiş aynı zamanda  çelişkilerini hiç olmadığı kadar yeryüzüne çıkarmış durumdadır. Bu durumun nedenlerini enine boyuna tartışmak birçok mücadele alanı için elzemdir ancak bu yazıda krizler ve hız sarmalının içerisinde feminist hareket nerede konumlanıyor veya konumlanabiliyor mu sorusunu tartışacağız.

Kadın hareketi ve onun bir bileşeni olan feminist hareket, son 30 yıldır Türkiye’deki en güçlü toplumsal hareketlerden olagelmiştir. Her toplumsal harekette olduğu gibi diğer hareketlerden öğrenen ama aynı zamanda da öğreten olmuştur. Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü’nden 8 Mart Gece Yürüyüşü’nü her yıl iktidar tarafından fiili ablukaya alınmış Taksim’de yapma iradesine kadar olayları olgulara çevirmeyi ve zeminleri hareket ettirmeyi başarmıştır. Dinamizmi kendini yeniden ve yeniden üretmiştir. Bu da teorik tartışmalar ve yol haritalarını kendisine katabildiği, analizi sokağa yansıtmaktan mahrum bırakmadığı için gerçekleşmiştir.

Görünen ve görünmeyen her alanda patriyarka ve kapitalizmin zıtlaşmalarını aşarak uyumlandığı, birbirlerini yeniden ürettiği bir dönemin içerisinden geçiyoruz. “Katı olan her şey buharlaşıyor”, duygusal emekten cinselliğe bilincimizin ve var oluşumuzun bütünü metalaşıyor. Patriyarkanın ilişki kurma ve görünüm biçimleri 21.yüzyılda daha önce görülmemiş şekilde farklı veçhelere aynı anda bürünebilme, kendini gizleyerek yeniden üretebilme ve karşısındaki hareketten öğrenme yetisini kazanabiliyor. Kapitalizmin gelişimi evresinde “evcilleştirilen” patriyarka, rasyonel niteliğini nasıl kazandıysa günümüzde de saman altından su götürerek, farklı kadınlık ve erkeklik durumları yaratan bir kabuk değiştirme sürecinde. Patriyarka için yeni bir sıfatlandırmaya gitmektense yeni hareket etme biçimlerini kavramak bizim için çok daha elzem.

Yasalara Takılıp Kaldık!

Avrupa Birliği’ne uyumlanma sürecinden sonra kadın hareketi içerisinde STK’larda yoğunlaşan, hak temelli kazanımların yasalar çerçevesine işlenmesi için yapılan çalışmalara dair dönemde feminist hareket birçok tartışma yürüttü. Son 4-5 yıldır iktidarın kazanımlarımıza yönelik artan saldırıyla birlikte düşününce yapılan tartışmalara yeni bir boyut da kazandırmak gerek. Hak kazanımları, kamusal alanda varlık alanlarımızın genişlemesi ve aynı zamanda bu alana müdahale kabiliyetimizi güçlendirmek için önemli. Ancak tam tersi,  kendimizin çalıp oynadığı bir alanın öznesi yapar bizleri. 9. Yargı Paketi içerisinden soyadı maddesinin kaldırılması sürecinde kadınların sınırlı bir kısmına ulaşılabildi ve soyadını hak temelli savunmanın ötesine geçemedik. Bu madde önerisinin arkasındaki AKP’nin aile politikaları hareket içerisinde tartışılamadı. Bu yasa ve hak odaklı çalışma ile hareketin politikaları birbirlerini görmeden, es geçerek ters yönlerde yol alıyorlar. Bu da harekete sistemden kopuş / kurtuluş ufku yerine eşitlik, haklar bazlı bir liberalizm pelerinini sırtımıza almayı dayatıyor. 

Özellikle üniversitelerde bu alana dair kulüpler; iktidarın artan baskısıyla beraber kadınların adının geçirilmediği, patriyarkayı literatüre almamakta ederek “toplumsal cinsiyet çalışmaları” adına sıkışan ve kadınlar için bir dayanışma yerine, bir araca dönüşmeyen yerler haline geldi. Bu bahsettiğimiz dönemden kalan temsiliyet düzeyinde, bilgi almak ve kamuoyuna sunmak için geliştirilen ilişki hem dönüştürdüğü alan hem de ulaştığı kitle açısından tartışma konusu. 

İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinden bu yana kadın hareketi de feminist hareket de kaybettiği moral ve motivasyonu kazanamadı. Elimizde olanları kaybetmemek ve gelen saldırıları püskürtmek için bir yola girdik ama bu yolda kim özneleşiyor kimler kolektifleşiyor? Buradan gözlerimizi kaçırdığımız müddetçe özne ve kolektif arasındaki diyalektik ilişkiye darbeyi kendimiz vurmuş oluruz.

Feminist harekete kritik

Kimyada bir reaksiyonda sınırlayıcı bileşen dediğimiz bileşen tükendiğinde reaksiyon durur. Bu bileşen reaksiyonun maddi gücüdür, belirleyenidir. Kadınların kurtuluş reaksiyonunda da politikleşmeleri hız kazanan kadın kitleler bir bileşen ise feminist hareket de diğer, sınırlayıcı bileşendir. 

Geldiğimiz aşamada sınırlayıcılığı daralmaya evrilen bir hareket söz konusu. Kadınların artan politikleşmesine ve örgütlenmek için alanlar aramalarına karşın hareket içerisinde mücadele eden bizler, yollar, yöntemler üretemiyoruz. Teoride iktidarın hamlelerinin nereye tekabül ettiğini, sistemin ne düzeyde zorlandığı ve kendini yenilediğini tespit edebiliyoruz. Fakat asıl kilit noktalardan biri olan bu tespitlerin politikasını üretmek konusunda kendi sınırlarımıza veya sistemin bizi çevrelediği sınırlara çarpıyoruz. Bu sınırlar zaman zaman hareket açısından zaafa dönüşebiliyor.

Sokağı kullanma konusunda feminist hareket; yeni yöntemlerle, daha önce yapılmamışı yapmasıyla, deneme cesaretine sahip olmasıyla farklı bir dönemi açmıştır ve tüm toplumsal hareketler buradan öğrenmiştir. İktidar kadınları evlere hapsetmeye çalışırken sokaklarda olmamız önemli aynı zamanda gerekli. Fakat aynı biçimlerde örülen ve seslendiği kitle açısından darlaşan basın açıklamaları ve kampanyalar beraberlerinde aşınmayı, paslanmayı getiriyor. Sistemin boşluklarını iyi tespit ederek bu ve farklı biçimleri yeniden tartışmamız, birbirimizden öğrenme halini yaratmamız gerekiyor. Yoksa binlerce kadınla eylem veya etkinlikler yapılsa da kendisiyle ve aynılığıyla kalan biçim, tarihsel sorumluluğunu yerine getirememiş olur. 

Üretim ilişkilerinin, sistemsel ihtiyaçların değişmesiyle günümüzde patriyarkal kapitalizmin vücut ve vuku bulma biçimlerinin değişimini sürekli göz önünde bulundurmamız gerek. Kadınların politikasından, hamlelerinden ders çıkarmış ve yeni saldırı, meşruluk zemini üretme yöntemleri üretmiş bir 21. yüzyıl patriyarkal kapitalizmi karşımızda! Ve bizim görme biçimlerimizden nereye bakıp bakmayacağımıza kadar tüm sinsiliğiyle gölgesi üzerimizde. 

Hayatın tüm alanları parsellenmiş ve bu parsellenmeye Türkiye muhalefetinin geneli bütünlüklü bir yaklaşım getiremiyor. Kendi gündemini ve odağını yaratmada oldukça güç kaybetmiş durumda. Böyle bir siyasi atmosferde feminist hareketin işi zor. Fakat feminist hareketten bir kıvılcım bekleyen kadınlar için, üretilmesi gereken bir politika var. Bu politika; üniversitelerde CİTÖK’lerin açılmasını sağlamaya çalışırken toplumsal cinsiyet derslerinin de zorunlu ders haline getirecek, kadınlar için çocuk evleri talep ederken aynı zamanda erkeklerin çocuk bakımına katılımını sağlayacak, sığınma evleri talep ederken kadın cinayetlerinin sebepleri teşhir edecek ve özsavunma mekanizmalarını üretecek, üretim ve yeniden üretim arasındaki emek hiyerarşisinin yansımalarına karşı alternatifler ve iyileştirmeler yapmalı. Yani kadınların yaşamlarının her alanındaki ezilmelerin bağını kurarak bütünlüğü gören politikamızı ve pratiğimizi üretmeliyiz.

Bu da ancak feminist hareketin örgütlülüğünün büyümesi ve bu büyümenin kendisini yutmaması için parça çalışma ve kazanımların bütünü, bütünlüklü politikanın parçayı beslediği bir örgütlülükle mümkün. 

Hatırlayalım, feminist özne neydi?

Üzerinde durulması gereken bir diğer nokta politik ve kolektif öznenin oluşumu. Patriyarkal kapitalizm farklı kadınlık halleri ürettikçe ve girilecekı delikler buldukça öznenin inşası konusunda yalpalıyoruz. Bu olağandır, çözebilmek için içinden geçmek gerekir. Fakat son dönemlerde öznenin inşası konusunda içinden geçmek yerine çevresinde dolaşmak için her türlü çaba sarf ediliyor. “Kadınlar adına” politika yapmak egemen biçim haline gelirken feministlik salt yargılayan, dönüştürme gücünü fesheden bir biçime dönüşüyor. Feministliği profesyonelleştiren, kimliğe dönüştüren bir anlayışın tehlikeli çanları yanı başımızda çalıyor. 

Özne meselesi aynı zamanda taraf olma meselesidir. Feminist hareketi, politik bir hareket yapan şey de kadınların bir taraf olmasıdır ve maddi bir temele, nesnel bir tahakküm ilişkisine  dayanmasıdır. Bu nesnellik erkeklerle olan çıkar çatışmasının zuhur ettiği her alanda kendini gösterir. Bu yüzden de giderek yükselen bir söylem olan “kadın sorunu” veya toplumsal cinsiyet sorunu değildir bu. İlişkilerden hukuka, aileye, üniversiteye… Sistemi yıkıp yeniden yapılandırma gücü ezilene yani kadınlara aittir. Bu yüzden de üstlendiğimiz bu ezilme hareket noktamızdır. Salt dilde söylem düzeyinde kurulan bir aidiyet, “kurgu” ya da kimlik değildir feministlik. 

Kendi deneyimlerimiz birçok konuda ve yerde farklılaşıyor. Bu deneyimlerin içerisindeki farklılıkları koruyarak fakat ortaklığı zeminimiz haline getirerek aynı mücadelede buluşmak, politika üretmek feminist öznenin işidir. “Oyunbozan feminist bir temas alanında yaşar ve çalışır. Konuşmasının veya oluşunun doğasından dolayı değil, halihazırda ne çok şeye katlanması gerektiğinden tahriş kabiliyeti edinebilir. Katlanması gereken şey kim olduğunun bir parçası olur.”. Her öznenin sistem tarafından çözülebileceğini unutmamak gerek. Farklılıkların, deneyimlerin görmezden gelinerek aynılaşmanın konformizmine itilen özneler ve esneme alanlarının daraldığı hareket ancak sistemin belirlediği konularda ve biçimlerde hareket edebilir, ediyor da. Burada söylediklerim gerçekliği sınır dışı etmiyor. Aksine bu gerçekliği rasyonalize etmeden, kendimize gerekçeler üretmeden yeni alanlar, nefes alma, dayanışma alanları ve politika üretme alanları nasıl üreteceğiz sorusunu sorduruyor diye düşünüyorum. 

İlk olarak Özgürlükçü Gençlik Dergisi 2025 Bahar Sayısı’nda yayınlanmıştır.


Kaynakça

    •  [1] Sara Ahmed, Feminist Bir Yaşam Sürmek, Sel Yayınları, 1. Baskı. sf. 264)

Yazar