Günümüzde çeşitli bilim alanlarında icraatta bulunan pek çok insan için felsefe miadını doldurmuş, (ona atfedilen) yöntemleri geçerliliğini yitirmiştir. Bu çıkarımla sonuçlanan tutarlı argümanlarını oturup dinlerseniz, onların haksız olmadıklarını görürsünüz. “Felsefe,” derler, “kurguculuktur, dahası, elle tutulur bir sonuç vermez.” Bu cümlede özneyi (“Felsefe”) görmezden gelirsek devamında gelen yüklemler, bilimsel etkinlikte bulunan birisini soğutmaya yetecektir.
Kuşkusuz bilimin, incelediği bir olay için, daha sonra üstüne basabileceği sağlam tabanlar oluşturacak, ilk önermeleri (varsayımları) olmalı. Öyle ki bu varsayımlar, doğrudan gözlemden hareketle kimi zaman su götürmez gerçekler gibi görünürken, kimi zaman çeşitli gözlemlerin bir bileşiminden ortaya sürüldüğünden üstü örtük, ilk bakışta nasıl gerekçelendirildiği anlaşılmayan bir biçimde görünürler. İki durumda da bilimsel alana ve varsayıma bağlı olarak, tabanlar bir kaç adım atmayı, evren anlayışımızda yeni bölgeler keşfetmeyi sağlar.
“Tutarlılık” bilimden sorulur. Bir bilim dalının sağlam kalması, kırılmadan yapraklarla bezenmesi için gereksinimdir. Fizik, bu tutarlılık özelliğini, sıkı matematiksel yapılara bağlılıyla en açık biçimde gösterir. Nesneleri sembol (değişken), süreçleri ilişki (denklem) şeklinde ifade ederek; incelediği alan için, mantığın yasalarına bağlı olarak tutarlı bir tasvir getirir.
Kabaca önceki iki paragraf bilimsel yöntemin özüne işaret eder. Varsayımlar ve onu takip eden bir model. Sonrası, modelden gözlemleyebileceğimiz tahminler elde edip kendi içinde tutarlı olan bu açıklamanın doğayla uyuşup uyuşmadığını görmek. Algoritma oldukça basit, değil mi? Doğru olayda ve doğru gözlemde, doğru varsayımları yaptıktan sonra yürümekte zorluk yaşamayız gibi görünüyor.
Aktif bilimsel etkinlikte bulunan birisi için açıktır ki bu iki aşamalı algoritma, sürecin kaba bir tasviridir. Elimizde sıkı varsayımlarla temellendirdiğimiz bir model varsa o model ile bilinen ya da bilinmeyen bir olayı açıklamaya çalışmak, anlamlı sayılar elde etmek veya bir olaya göre modeli modifiye etmek gibi detaylar vardır. Genelde bu detaylarda kaybolmaya meylederiz.
Bu detaylarla boğuşmak belli bir gelişmişliğe ulaşmış bilim için bir derecede önemlidir, ancak pek çok bilimci için bu çırpınışın nedeni düşünmekten kaçış olarak kendini göstermektedir. Algoritmanın körü körüne uygulanması; geçmiş modellerin ve bilimcilerin kalıplarıyla “düşünmek” ve formalizme, yani kullanılan modele, aklın teslimiyeti.
Başta söylediğimiz Felsefe’yi aşağı görme durumu da bununla ilintilidir. Bahsedilen “spekülasyon” ya da onun sayısal hesaplamalar bağlamında “sonuçsuzluğu”, felsefenin algoritmayla görünürdeki uyumsuzluğundan ibarettir. Dahası, böylesi bilimciler için felsefe bir çeşit sapkınlığı ya da kafirliği temsil eder. Geliştirilmiş modelleri irdelemek yetmezmiş gibi, modelleri nasıl yapacağımıza da muhalefet etme potansiyeli taşır. Kabul edilemez!
Kuantum Teorisi
Hepimiz fizik yasalarından anlarız. Türümüzün evrimleşip etkileşimini gerçekleştirdiği fiziksel ölçeklikteki süreçlere dair bir sezgisi vardır. İçmek için çay bardağını kaldırırken; yemek yaparken; aşmak için barikatlara koşarken, beynimizin arka taraflarında bir yerlerde farkındayızdır. Kimimiz fizikçi olur ve bunları soyut kavramlarla, sembollerle ifade eder, yasa haline getirir ve daha fazlasını görebilir. Aşina olduğumuz ölçekte modellediğimiz fiziksel süreçlerle gerçekliğin bağını kurmak az çok kolaydır. Bu ölçeğe (tarihsel sebeplerle) “klasik” ölçek, sistematik incelememize de “klasik fizik” diyelim.
Çok daha küçük ölçeklere doğru indiğimizde, tahmin edilebileceği gibi, işler bizim için hiç kolay olmuyor. Bir oyun oynamaya başlıyoruz, ama ne oyunu öğreten var ne de bir çeşit kullanım kılavuzu. Burada değinemeyeceğimiz tarihsel olarak çeşitli gözlemlerle oluşturduğumuz bir model; hesap kitap yaparken takip edebileceğimiz bir tarif var, fakat resmin bütününü görebildiğimizi söyleyemeyiz.
Kuantum teorisine göre, varlığın gözlenebilir nitelikleri (konum, hareket, dönme gibi) en temel özellikler değiller. Klasik fizik çerçevesinde (framework) bunları temel alıp teorilerimizi inşa ederdik, sezgilerimize de bu yakışır. Ancak, kuantum teorisinin deneylerle olan tartışılmaz başarısından çıkarmamız gerektiği üzere, bu yanlış bir varsayımdır. Gözlenebilir nitelikler, daha temel bir fiziksel nesneden türetilen, bağlamsal ya da ilişkisel özelliklerdir.
Modelimize göre bu temel fiziksel nesne rolünü oynayan, kuantum durumları ya da dalga fonksiyonu olarak adlandırdığımız matematiksel yapıdır. Fiziksel gerçeklikle doğrudan ilişkisi muğlak olan bu yapı, bir şekilde, en temel ölçekte, maddenin varlığını bütün ilişkiselliğiyle kapsamaktadır. Dahası, temel parçacıkların, geçmişte hayal ettiğimiz katı ve noktasal biçimdeki tasvirini geçersiz kılmaktadır.
Araçsal olarak yaklaştığımızda dalga fonksiyonu bizim için basit bir işleve sahip. Verili bir fiziksel yapıya (konfigürasyona) karşılık gelen bir dalga fonksiyonu bulabiliriz, dalga fonksiyonu da bize laboratuvarda gözlemleyeceğimiz gözlenebilir özelliklerin gerçekleşme olasılıklarını verir. Örneğin, Hidrojen atomu adını verdiğimiz, bir proton ile etkileşimde olan elektronun konumununa baktığımızda hangi olasılıkta nerede gözleyebileceğimize dair bilgi ediniriz.
Bu sürece biraz daha yakından bakalım. Verili bir dalga fonksiyonu zamanla düzgün (deterministik) olarak evrimleşir; ölçüm yaptıktan sonra ise ani, “doğrusal olmayan” bir değişime uğrar. Diğer bir deyişle, bütün olası fiziksel durumların olasılıksal dağılımını içerisinde barındıran bu nesne, dalga fonksiyonu, zamanla doğrusal evrimleşirken, ölçüm yaptığımızda tek bir durum gözlemleriz, dolayısıyla ani bir değişim varsayarız. Bu hem araçsal bir argümandır, hem de teorinin felsefi temellerinin hala sallantıda olmasının bir getirisi olarak öznel idealist yorumlara yol açar. Ölçüm sürecine özel bir anlam atfetmeye iterken, gözlemciye gereğinden fazla önem biçilebilir.
İnanın, detaylara indikçe sorulan basit sorular daha çok artıyor. Kavramları ve hasbelkader tanımlanılan nesneleri o kadar rahatça kullanıyoruz ki, günümüz bilimi için insan, “nasıl bu hale geldik,” hayret ediyor.
Burada değindiğimiz değinmediğimiz soruların cevaplarını belki de bulamayacağız. Belki de bütün bunları anlamlı kılacak bir varlık ve bilgi bilimini inşa etmenin kapasitesinden yoksunuz. Bilinmezcilik her zaman en kolay cevap. Ama bilimcinin durumu temel soruları sormaktan kaçınmak iken, 100 yıldır neden ilerleme kaydetmediğimize bir cevap bulmuş oluyoruz. Güncel fizik, nasıl bilim yaptığımıza dair tartışmaları harlamaktadır; bilimciye, veya genel olarak bir düşünüre düşen, peşinden koşmak; bunları tartışmaya açmaktır.
Bitirmeden önce son bir gözlemimizi daha paylaşalım. Kuantum teorisi nasıl formüle edilirse edilsin, öyle görünüyor ki fiziksel süreçlerdeki ilişkisellik ve bütünsellik temel bir özellik olarak kendisini göstermektedir. Burada, Marksist felsefenin temelini aldığı diyalektik maddeciliğin tartışmalarda yer edinememesi ilginçtir. Temel ölçekte kuşkusuz diyalektik süreçler kendini göstermektedir. Nitekim bu gözlemde bulunan, David Bohm gibi, başlıca fizikçiler de vardır, ancak ontolojik (varlık bilimsel) çıkarımları diyalektik maddeciliği ucundan kaçırmaktadır.
Burada, kabaca değindiğimiz sorunların, diyalektik maddecilik üzerine çalışma yapan insanlar için bir itki olanağı sunacağını umarak; güncel fizik tartışmalarını takip eden Marksistler için bir tartışma alanı oluşturmanın gerekliliğini vurgulamaktayız. Bu hem fizik alanı için hem de felsefi zemini sağlam bir diyalektik maddecilik için iki taraflı bir gelişime ön ayak olacaktır.