25 Kasım’a Giderken İnceliyoruz: Patriyarkal Kapitalizmin Müzikteki Yansımaları

Farkında mısınız bilmiyorum ama kadınlar hep back vokalist. Kadın tonmeister mi, o da ne? Kadın rodi, yok daha neler! Bateristi kadın olan bir müzik grubu mesela, görülmemiş şey… Ee, ne anlama geliyor bunlar? Gelin bir inceleyelim.

Müzik, başlı başına bir mücadele alanı günümüzde. Mevcut kapitalist sistem her alana olduğu gibi kültür sanata da sirayet etmiş durumda. Peki müzik alanı yalnızca kapitalizmle mi sarmalanmış? Hayır, bugün patriyarkadan bahsetmeden müzik alanındaki sıkıntıları da genel anlamda toplumsal mücadeledeki krizleri de tam olarak açıklamak mümkün değil. Özellikle artan yoksulluk ve muhafazakarlaşmayla birlikte toplum içerisinde kabul görmesi zaten pek de mümkün olmayan müzisyenlik mesleğinin bir de ‘’hayatlarının her noktası erkek egemenliğiyle kuşatılmış olan’’ kadınlar tarafından icra edilmesi veya kadınların bir müzisyen olarak ‘’kabul görmesi’’ giderek daha da zorlaşıyor. Bundandır ki yaratılan erkek egemen toplumda kadınların enstrüman çalmaktan uzaklaşması, müzik ile kendi dilediği gibi değil de dayatılan biçimde ilişki kurması normalleşmeye başladı. Artık bass gitar çalan bir kadın görünce şaşırır olduk. Veya aile baskısı sonucu müziği bırakan kadınlara çok fazla rastlıyoruz. Müzik endüstrisinde kadınların karşılaştığı zorluklar yalnızca sahneyle sınırlı değil tabi ki, teknik alanlarda da kadınların varlığı neredeyse görünmez durumda, örneğin ses mühendisliği yani tonmeisterlik. Kadınların ses mühendisliği alanında yer almasının önündeki engeller, toplumsal cinsiyet rollerine dayanan “teknik işler erkek işidir” algısından kaynaklanıyor. Bu algı, kadınları bu tür alanlardan uzaklaştırıyor, fırsatlara erişimlerini kısıtlıyor ve eğitim olanaklarını sınırlandırıyor. Kadın tonmeisterler genellikle meslektaşlarının ön yargılarıyla mücadele etmek, emeklerinin değersizleştirilmesiyle başa çıkmak ve iş ortamındaki cinsiyetçi yaklaşımlara karşı direnmek zorunda kalıyorlar. Ayrıca, kadınların teknik işlerdeki varlığı, genellikle “istisnai bir durum” olarak görülüyor ve kadınlar bu alanda sürekli olarak kendilerini kanıtlamak zorunda bırakılıyorlar. Kadın bir tonmeisterin yaptığı başarılı bir iş, bireysel bir başarı olarak değerlendirilirken erkeklerin başarıları mesleğin normu olarak kabul ediliyor.

Bir Beden İmgesine İndirgenmek

Müzisyenin emeğini yok sayan ve sömüren bu sistem kadın müzisyenin bedenini de sömürerek onu müzik camiasında bir beden imgesine indirgiyor. ‘’Güzel ve seksi’’ görünme zorunluluğu; sahnede kadın müzisyenin sesi ve sanatıyla değil görünümüyle, kıyafetiyle, makyajıyla ön planda olmasını dayatıyor. Bunlara ek olarak kadın müzisyenlerin çoğu zaman daha düşük ücret alması, tacizci patronlar/müşteriler, güvencesiz çalışma koşulları müzik alanının da aynı sağlık, hukuk, spor alanları gibi erkek egemen olduğunun göstergesidir. Bir düşünelim: Erkek müzisyen diye bir şey duymamışızdır ancak kadın müzisyen diye bir kavram var. Kadın müzik grubu diye bir şey duyar, örneklerini görürüz ama erkek müzik grubu diye bir şey yoktur. Peki ya kadın sokak müzisyeni sayısı?Kadınların sokakta yürürken öldürüldüğü bir ülkede tahmin edebiliriz ki sokakta bir kadın olarak müzik yapmak pek de güvenceli bir şey değil.

Zehra Bayır’ı hatırlayalım. 2022 yılında Muğla’da, müzisyenlik yaptığı mekanda patronundan parasını istediği için katledildi 18 yaşındaki Zehra. Bir kadın müzisyen olarak cafe-barlarda çalışmak zaten yeterince zorken bir de hakkımız olanı istediğimiz için patronlar tarafından şiddete uğruyor, katlediliyoruz. Üstelik faillerimiz cezasızlıkla ödüllendiriliyor. Zehra’nın katillerinden İlimder İlter isimli erkek, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı ancak diğer iki katil delil yetersizliği bahanesiyle beraat etti! Zehra’nın katledilişi ve faillerinin gerekli cezaları almayışı tabi ki yalnızca müzik alanındaki cinsiyetçi uygulamalarla açıklanamaz. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinden yüzyıllardır süregelen ataerkil sisteme kadar birçok faktör Zehra’nın ve yüz binlerce kadının katledilmesinin sebebini bize açıklıyor.

Tüm bunlardan anlıyoruz ki patriyarkal kapitalizmi yıkmadan cinsiyet eşitlikçi bir sanatı da erkek egemen olmayan bir müzik alanını da yaratmak mümkün değil. Bunu kavramak, kültür sanat emekçileri olarak ‘’başka bir kültür sanat’’ı inşa etme yolunun patriyarkal kapitalizmle mücadele etmekten bağımsız olmadığını bilmek zorundayız.

Müzik Gruplarındaki ve Festivallerdeki Kadın Dahiliyeti

Müzik gruplarına ve kolektif müzik ortamlarına bir bakalım. Şahit olduğum kadarıyla devrimci, sosyalist, yurtsever ekiplerde kadın hareketinin gücünün de büyük etkisiyle birlikte cinsiyet ayrımı azalmış, belli ölçüde cinsiyet eşitlikçi hatta LGBTİ+ fobinin dahi azaldığı bir noktaya gelinmiş durumda. Fakat bu, genel anlamda müzik gruplarında bir ayrımcılık olmadığı veya kazanılmış alanlarımızda hiçbir cinsiyetçiliğin olmadığı anlamına gelmemeli.

Bir düşünün lisenizdeki veya üniversitenizdeki müzik gruplarını. Gruplarda kaç kadın vardı? Hiç ana vokali kadın, back vokali erkek olan bir gruba rastladınız mı? Bu sorgulamadan back vokal olmaya yetersizlik göstergesi olarak baktığımız anlamı çıkmamalı. Elbette ki sistemin bize dayattığı gibi rekabetçi bir noktadan doğru yaklaşmıyoruz meseleye, emek odaklı bakıyoruz ve müzik grupları içindeki tüm görevlerin ne kadar önemli olduğunun farkındayız. Ancak tam da bu sistem, müzisyenler arasında emek odaklı değil de para ve şöhret odaklı bir hiyerarşi kurarak back vokalistleri hatta çoğu zaman da enstrümantalistleri geri plana atıyor, değersizleştiriyor. Kadın müzisyenler genelde en çok ezilen, emeği yok sayılan, sanatı değersizleştirilen tarafta oluyor.

Kadınlar olarak sahnelerdeki varlığımız çok sınırlı. Bazı festivallerde sahne alan kadın-erkek sayılarını incelediğimizde bile bu gerçeği görüyoruz. Örneğin Zeytinli Rock Festivali, Türkiye’nin en ünlü rock festivallerinden ve en büyük müzik organizasyonlarından biridir. 2024 yılındaki festivalde, sahnede yer alan müzisyenlerin kadın-erkek olarak dağılımını inceledim. Yaklaşık 237 erkek müzisyene karşılık 25 kadın müzisyen… (Veriler yaklaşık olup araştırmalarım sonucu elde edilmiştir.) Ne kadar büyük bir fark değil mi? Elbette ne bir festivali ne de sahne alan müzik emekçilerini yalnızca sahnedeki kadın erkek dağılımıyla değerlendiremeyiz, ancak bu veri bize aradaki uçurumu net bir şekilde gösteriyor ve bu istatistiklerin mevzu bahis konudan bağımsız olmadığını anlatıyor.

Bir de 24 senedir Dersim’de düzenlenen Munzur Kültür ve Doğa Festivali’ni araştırdım. 2024 yılındaki festivalde, konserlerde yaklaşık 8 kadın müzisyen, 39 erkek müzisyen yer almış. Festivalin müzik dışındaki bölümlerinde yani çocuk korosu, tiyatro oyunu, panel, belgesel gösterimi gibi etkinliklerde ise kadın dahiliyetinin sahnelere göre daha fazla olduğunu gözlemliyoruz. Ayrıca festivalde kadın paneli ve kadın yürüyüşünün örgütlenmesi de oldukça kıymetli. Fakat tabii ki sahnelerde de festivallerde de kadınların daha fazla yer alması gerektiği, bunun önünün açılmasının bir zorunluluk olduğu unutulmamalı.

Tablo Vahim, Tabloda Kadınlara Yer Yok… mu? Peki Ne Yapmalı?

Bizler müzik alanını kapitalist sistemin tekelinden kurtarmak, sanatımızın kar ve rant alanına dönüşmesini engellemek zorundayız. Bu çürümüş düzenin artık sonuna geldiğimiz ortada, düzeni yıkacak olan da bizleriz. Tüm bunları yaparken kadın müzisyenler hatta tüm kadınlar olarak feminist mücadeleyi büyütmek, kadın dayanışmamızı müzik alanına da taşımak zorundayız.
Bugün kadın müzisyenlerin konserleri ahlakçı, cinsiyetçi, LGBTİ+fobik gerekçelerle iptal ediliyor. Kadın müzisyenler iktidar tarafından hedef gösteriliyor. Fakat kadınlar olarak müzik alanını ataerkil devlete bırakmaya hiç niyetimiz yok. Nasıl geceleri, sokakları, meydanları bırakmıyorsak sahneleri, festivalleri, konserleri de bırakmıyoruz. Bu ısrarın devam etmesi, devam ederken daha da büyümesi gerekiyor. Elbette ki bu büyüme kendiliğinden olmaz; kadınların, kız çocuklarının müziğe dahiliyetini artıracak alanlar yaratmak zorundayız. Bu konuya dair forumlar, çalıştaylar düzenleyebilir, kırdan kente elimizin uzandığı her yerde kadınlara kadınlar olarak atölyeler verebilir, kadın dayanışmamız sayesinde birbirimize güçlenme ve öğrenme alanları yaratabiliriz. Ayrıca bu konuya dair yazıların, kaynakların da artması gerekiyor. Bu kaynakları oluşturmak bizim elimizde. Sahnelerdeki kadın sayısının takipçisi olmak, bu sayıların artması için öneriler geliştirmek, konuya dair kampanyalar organize etmek, örgütlenme çalışmaları yapmak yapılabilecek şeylerden yalnızca birkaçı.

Tüm bu somut önerilerin kimisini gerçekleştirme şansı bulduğumuz Serüven Kültür’e çağırıyorum bütün kadın müzik emekçilerini! Gelin, kendi alanlarımızı kendimiz yaratalım. Bu seneki 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde, İzmir’deki Serüvenci kadınlar olarak startını vereceğimiz bir gelenek başlatalım. Her 25 Kasım yürüyüşü sonrası sokaklarda kadın müzisyenler olarak dinleti yapalım, bu öneriyi İzmir’den diğer şehirlere de taşıralım, ülkenin dört bir yanında mücadelemizi notalarımızla birleştirelim. Sene içinde gerçekleştireceğimiz enstrüman derslerimizde, müzik atölyelerimizde, konserlerimizde yeni bir dünyanın tohumlarını birlikte ekelim, kadınlar için özgür bir dünyanın şarkısını birlikte söyleyelim. Bu çağrı tüm kızkardeşlerime!

Kültür sanat emekçileri olarak ayrımcı politikalara, sanat düşmanı sisteme, kokuşmuş düzene, kadın düşmanlığına karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Unutmayın, direnenler her zaman kazanır. Başka bir dünyayı; yolları izleyenler değil yürüyenler yaratır!

Yazar