Egemenlerin ve Ezilenlerin Penceresinden Göç ve Göçmenler

Bu metin, İstanbul Serüven Kültür’ün 20 Aralık 2023 tarihinde gazeteci-yazar Ercüment Akdeniz ile düzenlediği panelde ortaya konulan görüşlerin derlenmesinden oluşturulmuştur. 

Göçün çok çeşitli sebepleri olmakla birlikte günümüzde en büyük etkeni savaşlar. “Küresel Mülteci Forumu-2023” verilerine göre 114 milyon insanın yerinden edildi. Dünyadaki savaş bölgesi sayısı 15’lerden 115’lere çıkmış durumda. Kapitalistler derinleşen krizlerin çıkış yolu olarak emperyalist işgal ve savaşlara başvuruyor. Topraklarında karşı karşıya bırakıldıkları yoksulluk, zulüm ve baskıyla yüz binlerce insan yerinden ediliyor.  

2015’te pik noktasına ulaşan Akdeniz ve Orta Akdeniz’deki “göç krizi”yle birlikte Avrupa Birliği; Sınır Güvenliği Birimi-Frontex ile iş birliği içinde bot batırma, savaş gemilerini devreye sokma, geri itme yöntemleri, Kuzey Afrika ülkeleri ile anlaşarak göçmenlerin Avrupa’ya geçişini engelleme gibi sert önlemler aldı. Bu tedbirler göçmen geçişlerini belki azalttı ancak göçmen ölümleri tersi bir hızda artış gösterdi. Bunun nedeni giderek sertleşen tedbirlerin beraberinde göçmenleri daha zor ve ölümcül rotaları kullanmaya itmesi.  

Tüm bunların esas sorumlusu olan sermaye sahipleri ve kapitalistler, suçu uluslararası göçmen kaçakçıları üstünde yoğunlaştırarak kendi suç payının üstünü örtmeye çalışıyorlar.  Yakın zamanda İngiltere Parlamentosu’na bir yasa teklifi geldi. Ve ilk raundu iktidardaki muhafazakâr parti kazandı. Yasa kabul edilirse Manş Denizi üzerinde yakalanan “düzensiz” göçmenler Afrika kıtasında bulunan Ruanda’ya gönderilecek. Ruanda’da mülteci kampları çoktan kurulmuş durumda. Göçmenlerin Avrupa’ya geçişini engellemek için kendi ülkesinde tutan ve Avrupa Birliği ile pazarlık yaparak anlaşan Türkiye, Pakistan ile benzer bir geri kabul anlaşması üzerine çalışıyor. Göçmenleri sistematik olarak ilk geldiği yere geri göndermek anlamına gelen bütün bu anlaşmalar uluslararası hukuku, temel insan haklarını tanımıyor.  

İngiltere 14 ve 18. yüzyıl sömürgeciliğinden bildiğimiz; savaş esirlerini ve köleleri depolama alanı olarak kullanan köle gemi modelini bugün göçmenler için tekrar kullanmaya başladı. Adeta “yüzen hapishaneler” olan bu gemiler bugün model olarak benzer bir işlev görüyor: Göçmeni deniz üzerinde yakalamak, uzun süre neredeyse tüm haklarından yoksun bırakarak bekletmek ve geri göndermek: Yüzen hapishaneler sömürgecilik sisteminin “modernize” edilmiş hali olarak karşımızda duruyor. Emperyalizm kendini sadece savaşlarla değil temel insan haklarını, göçmen haklarını yok sayan biçimde sürdürüyor.  

Her yıl artan göçmen sayısıyla birlikte dünya göçmenleri içinde işçileşme oranı da artıyor. İşçileşme yaşı da düşüyor. Gelinen noktada Türkiye’de göçmenlerle birlikte 2 milyon çocuk işçi gerçeğiyle karşı karşıyayız.
 

Geçtiğimiz aylarda, dünyanın en büyük ekonomileri arasında yer alan kapitalist ülkeler G20 Hindistan Zirvesi’nde bir araya geldi.  Aynı ülkelerin bürokratik işçi sendikalarının bulunduğu Labour20 (L20) toplantıları yapıldı. Burada alınan kararlar ve öne çıkan başlıklar gösteriyor ki göçmenler, kapitalist ülkeler için küresel kalkınma açısından bir avantaj olarak değerlendiriliyor.  Sendikal bürokrasi de onların dümenine su taşıyor. Mücadeleci sendikalar bu gidişata karşı strateji geliştirmek zorunda.

Sınır dedikleri filtre sisteminden ibaret. Kapitalist ülkeler ucuz emek gücü için, örtük bir sömürü sistemi olan sınırı ve filtreleme sistemini kullanıyorlar. İstedikleri oranda işçi göçüne izin veriyorlar. Göçmenler, göç ettikleri ülkelerde hayatlarını sürdürebilmelerinin tek seçeneği olarak boğaz tokluğuna bir ücretle çalıştırılıyor. Sendikasızlık, kayıt dışı çalışma ve sınır dışı edilme korkusu söz konusu olunca herhangi bir talepten bahsetmek dahi mümkün olmuyor. Bu hem işçiler hem de farklı göçmen kesimler arasında bir rekabet alanı yaratıyor. İşsizlik oranının artış sebebi düzende değil göçmenlerde görülüyor ve yoksullaşmanın getirdiği öfke göçmen/mülteci düşmanlığına neden oluyor. 
 

Saha gözlemlerine gelirsek… İzmir’de konuşan Afrikalı kadın işçiler, iş görüşmelerinde “Seks yok, çalışmak var” demek zorunda kalıyorlar. Korkunç bir istismar gerçeğidir bu. Türkmenistan’dan gelen kadın işçiler ilk 3 aylık maaşlarını kendilerini getiren şebekelere veriyor. Belediyeler Arapça tabelaları söküyor ama merdiven-altı atölyelerde kayıt dışı çalıştırmayı, çocuk işçiliği, işçi sağlığı ve iş güvenliğini denetlemiyor. Ebeveynler çocuklarını atölyelere 6 yaşında getiriyor; işe alışsınlar deniyor ve çocuklardan 8 yaşındayken eve haftalık getirmeleri bekleniyor. Siyahlar kölece çalıştırılıyor. Örneğin Tarlabaşı’nda konuştuğumuz siyahi bir işçi makine pedalı çevirmekten geçici felç olmuştu.  

Antep, Urfa, Maraş gibi ilk kayıt yapılan illerine yapılan deportlar, göçmenleri İstanbul’daki patrona geri getiren tuhaf bir taşıma sektörü oluşturdu. 
 

 
Van gölünde boğularak can veren göçmen işçilerin Türkiye’de hangi konfeksiyonda çalışacağı dahi önceden nasıl belirlenebiliyor? Çünkü göçmen tacirleriyle patronlar iş birliği halindeler.

Zonguldak’ta ormanda yanmış cesedi bulunan Afganistanlı işçi Vezir Mohammad Nourtani gibi nicelerinin bedenleri yok edilmek istendi.  Gogol’un Ölü Canlar’ında olduğu gibi, bu göçmen işçiler Türkiye burjuvazisinin “ölü canları” oldular.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisinin yaptığı açıklamaya göre 2023 yılı için Türkiye’de en az 91 göçmen işçi can verirken yılda en az 100 göçmen hayatını kaybediyor. Biz kaç göçmenin inşaatlarda, tarlalarda, madenlerde, kimsesizler mezarlığında gömüldüğünü bilmiyoruz. Ölenler sınıf kardeşimizdir; yerli ve göçmen işçilerin kanı birbirine karışmıştır. 
 

Göçmenlik de göçmenlerin yaşadığı sorunlar da sınıflar üstü değil; kapitalist sistemin/sermaye sınıfının küresel ölçekte yürüttüğü politikalara içkin bir mesele.

Savaşların artıp geniş coğrafyalara yayılması, yoksulluk ve iklim krizinin yıkıcı sonuçları düşünülünce göçmenlerin sayısının giderek artacağı bir gerçek. Göçmenlerin çok büyük çoğunluğu işçi, bu da onları uluslararası işçi hareketinin büyük bir parçası yapıyor.
Ortak hak mücadeleleri ve örgütlenme örnekleriyle birlikte; kapitalist sistemin ve G20/L20 gibi zirvelerin karşısında somut devrimci bir strateji oluşturmak elzem hale geldi.

Yazar