Trans hareketi tarihine baktığımızda, trans kimlikler kendilerini var etmeye başladıkları ilk andan günümüze kadar neredeyse aynı hak taleplerini sürdürmeye devam ediyor demek çok da yanlış sayılmaz. Hala yaşam hakkı, barınma ve çalışma hakkının Türkiyeli translar ve travestiler tarafından hukuki bir düzlemde kazanılamamış olması hareketin en büyük sorunlarından.
Ulus devlet sürecinden beri tüm ezilenleri yok sayan; tek millet, tek dil, tek din, tek mezhep söylemleri ve son yirmi yılda artan muhafazakârlaşma dalgasıyla birlikte neredeyse tek cinsiyet, tek yönelimi de içerecek hale gelmiştir. En büyük düşman haline getirilen LGBTİ+’lar arasında da en ötekisi diyebileceğimiz translar bugün hala barınma hakkı ve yaşam alanları için mücadele vermek zorunda bırakılıyor. Hareket içerisinde trans kadınlar hem ezilmişlik, hem görünürlük açısından en ön plandadır ve aynı zamanda harekete sınıfsal dinamiğini de katan öznelerdir.
Zorunlu seks işçiliği gerçeği, sınıfsal pratiğimiz açısından tabii bir emek ve beden gücüdür. Bu sınıfsal bakış, hareketin sınıf mücadelesi ile de örtüşmesini sağlamış ve sonucunda sol sosyalist örgütlenmeler açısından bakışım kurulması sağlanmıştır. Translar ‘80 sonrası faşist darbe deneyiminde en az sosyalistler kadar yaptırıma mahkum bırakılmışlardır.
Devlet eliyle hiçbir alanda barındırılmayan translar için, seks işçiliği zorunda bırakıldıkları bir ‘’seçenek’’ olmuştur. Hukuki olarak illegal olmayan fakat hiçbir güvence de sağlamayan trans seks işçiliğini, na-trans seks işçiliğinden ayırmak gerekir. Mevzuatta Hıfzıssıhha Kanunu ve kamusal genel evler hakkında belirli ibareler yer alsa da genel ev çalışanları olarak sadece cis-kadınlar tanımlanıyor. Trans seks işçileri hakkında hiçbir güvence sağlanmaması ve sektörün tamamen yer altına itilmesi nefret suçlarını besliyor.
Özsavunma Pratiği Olarak Gettolaşma
Trans kadınlar 70’lerin sonunda Abanoz Sokak’ta birlikte yaşayarak kendi güvenliklerini sağlama yolunda adım attılar. Faşist devlet şiddeti ve onların beslediği çetelerce gettoları dağıtılan trans kadınlar önce Pürtelaş’ta sonra Bayram Sokak’ta bu kültürü yaşatmaya devam etti. Güvenlik için kendi aralarında geliştirdikleri bir çeşit jargon olan “Lubunca” ve transfobiye karşı gösterilen radikal öz savunma pratikleri sonrasında karşımıza çıkan medyadaki “Travesti Terörü” başlıklı haber yazıları transların kendini savunma ve var etme biçimlerindendi.
Özellikle 1994-96 yılları arasında dayanışma evleri olarak yorumlayabileceğimiz Ülker Sokak deneyimi, nefret suçları açısından kötünün iyisi olsa da trans hareket için önemli bir dönem. Devlet eliyle dağıtılmaya çalışılan Ülker Sokak’tan sonra diğer gettoların dağılmasının da nefret cinayetlerindeki artışa neden olduğu açık bir gerçek. Translar ve travestiler devlet eliyle yalnızlaştırıldıklarında öldürülme oranları katlanarak artıyor, katillere karşı yürütülen cezasızlık politikaları bu oranın yükselmesinde büyük bir etken. Ağustos 2016’da tecavüz edildikten sonra yakılarak öldürülen Hande Kader’in faili sözde hala bulunabilmiş̧ değil. Cinayetin ardından yine toplum ahlakı bahane edilerek medyaya yansıtılmayan bu katliamın ardından gözaltına alınan bir sanık ise serbest bırakıldı.
Esat-Eryaman Davaları
Yalnızca İstanbul’daki sokaklarımız değil, İzmir’de Bornova Sokak ve Ankara’da Esat-Eryaman kazandığımız alanlar olarak sayılabilirdi ancak kentsel dönüşüm bahaneleriyle ve iktidar tarafından desteklenen müteahhit çetelerin uyguladıkları sistematik baskı ve şiddetlerle Eryaman tamamen dağıtıldı. Davaları hala daha devam eden birçok trans kadın; “ailelere” yeni yaşam merkezleri inşa edilmesinin gereğinden kaynaklı, ahlaka uymadıkları gerekçeleriyle zorla evlerinden edilmek istendi; direnenler darp edildi, tehdit edildi, öldürüldü.
Geçtiğimiz yaz gerek Akbelen’de, gerek Dikmece’de devletin açık açık sermaye ile yaptığı işbirliğini ve işgalci politikalarını yakından tanıyan sol hareket ve ezilenler önemli dayanışma pratikleri sergilemişti. Elbette bir doğal yaşam alanı talanı olarak değerlendiremeyecek olsak da onlarca yıldır trans kadınların ve travestilerin kazandığı alanlar da benzer bir biçimde sermayenin yeni projeleri için rantçı zihniyet tarafından işgal ediliyor, dağıtılmak isteniyor. Erkek devlet şiddetine yaşamlarının her alanında maruz bırakılan trans kadınlar elbette direngenliğini sürdürmeye devam ediyor, Bayram Sokak’ta yapılan tüm baskılara, mühürlemelere ve gözaltılara rağmen sokağı terk etmiyor.
Faşist Darbe Sonrası Deneyimler
Bayram Sokak ve Tarlabaşı transları 80 darbesinden sonra en ağır baskı dönemini yaşadılar. Devlet eli ile sistematikleştirilen şiddet, bu dönemde en yüksek seviyeye ulaştı. Yapılan baskınlarda uygulanan şiddeti, karakollarda uygulanan işkenceleri hatırlıyoruz. O dönemde trans kadınlar için bir korku figürü haline gelmiş olan Emniyet Müdürü Süleyman Ulusoy, nam-ı diğer ‘’Hortum Süleyman’’, Beyoğlu translarına uyguladığı işkenceler nedeniyle ceza almış fakat af ile beraat etmişti. Evlerde ya da sokaklarda yakalatabildiği trans kadınlara çeşitli boylarda hortumlar göstererek hangisi ile dövülmek istendiğini sorduğu, tercihte bulunmayanların ise hepsi ile dövüldüğü sözlü tarih belgelerine kaydedilmişti. Birçok trans kadını ölümle tehdit ederek şehri terk etmelerini istemişti. “Kötü muamele” suçundan hapis cezası istenmiş olsa da af ile ceza almadan bırakılmıştı.
Polis memurları tarafından darp edilerek kaçırılan translar Eskişehir’e trenler ile sürgün edilmişti. Birçok getto bu dönemde dağıtılmış, translardan temizlenmişti(!). Bayram Sokak ayakta kalmayı başaran sayılı gettolardan birisiydi, bugün hala erkek devlet şiddetine karşı direnmeye, varlığını korumaya devam ediyor.
Bayram Sokak Yalnız Değildir!
Yıldırma politikaları, mühürlenen evler, uygulanan şiddete rağmen vazgeçmedik. Bayram Sokak’taki evler pandemi önlemleri gerekçe gösterilerek de iki kez mühürlendi, trans kadınlar gözaltına alındı, ikinci baskından sonra da evsiz bırakıldı. Geçtiğimiz 28 Şubat’ta gelen tebligat ile 4 Mart’ta trans kadınların yaşadığı evler Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından bu kez de 3 ay süreyle mühürlendi. Trans kadınlar, “Evlerimiz mühürlense de, sokakta ölüme terk edilsek de buradayız, vazgeçmeyeceğiz, var olma mücadelemize devam edeceğiz” dedi.
Bayram Sokak’taki trans kadınlar tarafından; hukuksuz mühürleme uygulamalarının son bulması ve trans kadınların barınma hakkının güvence altına alınması gibi taleplerle Bayram Sokak 12 Platformu kuruldu ve trans kadınlar direngenliklerini tekrardan kanıtladı. İHD’de yapılan basın açıklaması “Hayatlarımızdan da, haklarımızdan da, sokaklarımızdan da, evlerimizden de vazgeçmiyoruz! Eskiden yaptığınız gibi kapılarımızı balyozlarla kırsanız da yaşamaya devam edeceğiz! Hortum Süleyman’a karşı direndik, torunlarına karşı da direneceğiz! Bayram Sokak onurumuzdur!” cümleleri ile bitirildi. Trans kadınları ve travestileri zorunlu seks işçiliğine mahkum eden, hem başka bir yaşamı mümkün kılmayan hem de seks işçiliği yaptıkları gerekçesiyle ahlakçı erkek devlet şiddetini ve hukuki açıkları, trans kadınlara yönelik nefret suçlarına karşı hiçbir önlem almayan ve hatta nefret suçlarına zemin yaratan erkek devleti bir kez daha teşhir ederek, Bayram Sokak’ta direnen translara selam olsun!